Bacak kırarak uyuşturucuyla mücadelede sonuç alınır mı?
İÇİŞLERİ Bakanı Süleyman Soylu, emrindeki polislere “Okul önlerinde uyuşturucu satıcıları görürseniz kırın bacaklarını, suçu da bana atın!” sözleri nedeniyle son günlerin en çok tartışılan siyasi ismi oldu. Ben de adım gibi eminim ki Soylu’nun bu ifadelerinde amacı, uyuşturucu ile mücadele konusunda devletin kararlılığını net bir biçimde ortaya koymaktı. Niyeti buydu kesinlikle ama sonuçta Türkiye bir hukuk devletidir ve kim ne suç işlerse işlesin bunun cezasını kesecek olanlar okul önlerinde bacak kıracak polisler değil, Türk savcıları ve yargıçlarıdır. Bunun böyle olduğunun altı da başta kabinenin başı olan Başbakan Binali Yıldırım olmak üzere hukuktaki yetkinliği tartışılamayacak birçok isim tarafından kalın kalın çizildi. Tamamen uyuşturucu belasıyla, üç kuruş para için bir lokma bebelerimizi zehirlemeyi göze alan uyuşturucu çeteleri ile mücadeledeki kararlılığı ifade etmek için bu sözleri sarf eden Bakan Soylu da sonradan zaten bu sözlerini düzeltme yoluna gitti. Nihayetinde niyet hasıl olsa da bir hukuk devleti olan Türkiye’nin kabinesinde en mühim görevi üstlenmiş bir bakanın bu tür sözler sarf etmesinin doğru olmadığını o da kabul etti.
Kabul etmeyen tek bir kişi oldu, o da Sabah Gazetesi yazarı Hıncal Uluç! Ülkenin Başbakan’ı dahil, hemen her kesim, hukuk çevreleri, iktidara yakın veya uzak tüm basın mensupları tarafından doğru bulunmayan bu ifadelere tek sahip çıkan o oldu. Dünkü köşesinde, “Kırın bacaklarını, o alçakları yaşatmayın!” başlığı altında kaleme aldığı yazıda Soylu’nun ifadelerinin çok doğru ve yerinde olduğunu söyleyen Uluç, bu sözleri doğru bulmayan Başbakan dahil tüm siyasileri de yerden yere vurdu.
Şimdi... Yerim dar, onun yazdıklarını burada tekrar etmeyeceğim ama şunu belirteyim baştan, Hıncal Ağabey’in Bakan Soylu’nun sözlerine destek amacıyla yazdıkları dışında her şeyin altına imzamı atıyorum. Uyuşturucu satıcıları hakkında yazdıklarında yüzde yüz haklı. Kim ki bu işten para kazanmak için çocuklar değil sadece tüm insanları zehirliyor, Allah onların belasını versin. Bir değil, bin kez versin. Allah korusun, oğluma birinin uyuşturucu sattığına filan şahit olur da yakalarsam, değil bacaklarını kırmak, elimden gelse öldürürüm o şerefsizi. Ama ben bunu bir ana olduğum için ancak düşünebilirim. Sıradan bir yurttaş olduğum için ancak öfkemden, nefretimden dile getirebilirim ama bu ülkenin bir bakanı, yetkin bir ismi, polisi, savcısı bu tür cümleleri kuramaz! Kurmamalı. Zira bugün uyuşturucu satıcılığı konusunda, yarın hırsızlık, öbür gün gasp konusunda polisin görevi suçlu gördüğü kişinin bacağını ve kafasını kırmaya doğru evrilirse Türkiye Teksas’ın eski günlerini aratmayacak bir hale dönüşür. Hıncal Ağabey’i bilmem ama şahsen ben böyle suçlu bulunanın kafasının, bacağının kırılacağı bir Türkiye’de yaşamak istemem.
Bir nokta daha var dikkat çekmek istediğim; elbette ki uyuşturucu büyük bela ve mücadele de hukuki olmak şartıyla radikalliği hak ediyor. Ancak devletin ve özellikle kolluk kuvvetlerinin asıl yapması gereken şey, önce insanları uyuşturucunun zararları konusunda doğru bir biçimde eğitip uzak durabilmelerini sağlamaktır ve sonra da insanın içine şeytan ruhu zikreden belayı satışa çıkmadan, piyasaya düşmeden engellemektir. Bence bunu başarabilen devlet, bunu başarabilen polis, bunu başarabilen toplum ancak uyuşturucu karşısında mücadelede zafer kazanabilir. Aksi maalesef mümkün değildir! Hem de hiç!
***********
DAHA SIKI TEDBİRLER ŞART!
ÖNCEKİ gün piskopat babaları tarafından hunharca öldürülen Elif ve Mira’nın, devlet sahip çıkmadığı için bu sonu yaşadıklarını yazmıştım. Bu yazıyla ilgili emniyet teşkilatı dahil birkaç yerden arandım. Dilek Yardım ve eşinin boşanma sürecinde neler yaşadığı, neler olduğu konusunda epeyce bilgilendirildim. Bu hikâyede tek günahı olmayan polismiş. Çünkü maalesef anne çocukları babaya teslim ettiği gün polise haber vermesi gerekirken bunu yapmamış. Polis gözetiminde olması gereken görüşmede polisin olmamasının tek nedeni buymuş yani.
Çok trajik bir hikâyeleri var. Sorunlu iki insan ve sorunlu bir evlilik. Babanın psikolojik rahatsızlıkları var. Eşine evliyken bıçak çekmiş ve birkaç kez şiddet uygulamış. Çocukların annesi boşanma kararı verdikten sonra 3 kez şikâyetçi olmuş Ali Yardım’dan. Kimse sahip çıkmadığı için sığınma evine sığınmış bir süre. Ancak niye bilmiyorum, bir süre sonra oradan da ayrılmış. Tarafıma aktarılandan anladığım kadarıyla onun da ruh sağlığı pek yerinde değilmiş. Böyle olması da gayet doğal çünkü para yok, pul yok! Elinde bakmakla yükümlü olduğu iki tane bebe ve kimsesizlik! Ve sonunda iki yavrucağı korkunç sona götüren süreç!
Avrupa’da olsaydı işte o çocuklar çoktan o sorunlu anne ve babadan alınmış ve devletin emin ellerine teslim edilmişti. Sorun da bu bence zaten. Bu tür meselelerde özellikle sosyal hizmet alanında yapılan çalışmaların yetersizliği ve maalesef bu alanda görev yapanların kayıtsızlığı...
***********
YAZIKLAR OLSUN SİZE!
ÇOCUKLUĞUMUN, gençliğimin geçtiği İstanbul’un Avcılar İlçesi’nin belediye meclisinde geçtiğimiz hafta içi yaşanan olayı ilk okuduğumda gözlerime inanamadım. “Nasıl olur? Bu nasıl bir hainlik, vefasızlık ve vicdansızlık?” dedim kendi kendime.
Olay şu kısaca: Ali Ütebay... Avcılar’ın ilçe olarak kurulmasından evvel Avcılar’a gelmiş Elazığlı sosyal demokrat, CHP’li Ütebay Ailesi’nin bir ferdi. Bizimkiler onu ve ailesini 1980 öncesinden tanırdı. Ta Yüksel Çengel’in belediye başkanlığı yıllarından. Ben biraz geç, üniversite öğrencisi iken tanıdım. Ama sonra hiç kopmadım. Siyaseten çok kavga ederdik. Asla aynı kafada olmadık ama Ali Ağabey’imiz bizim canımızdı. Her başı belaya girenin, hastası, ölüsü olanın hızır gibi imdadına yetişen nefis bir insandı. Çok ama çok sıkı bir CHP’liydi. Verdiği emeğin haddi hesabı yoktur CHP’ye ve camiasına. Böyle güzel biriydi ama maalesef amansız bir hastalığa yakalandı ve geçen yıl, çok genç yaşta hayatını kaybetti. Ailemden birini kaybetmiş gibi üzüldüm inanın. Çok emeği vardı üzerimizde çünkü Ali Ağabey’in...
Neyse... Geçen hafta, Avcılar’ın onunla sembolleşen sokaklarından birinin adının değişmesi için meclise önerge verilmiş CHP’li bazı üyeler tarafından. Başkan Handan Toprak, vefat ettiği sırada da CHP Avcılar Belediye Meclis Üyesi olan Ali Ütebay’ın isminin Şamlı Sokak’a verilmesini önermiş ama kabul edilmemiş. Onları da anlamak mümkün değil ayrı konu ama bu reddin sebebi AK Partili üyeler değil, CHP’li üyelermiş. 3 üye bu önerge verildiği sırada kabul edilmesin diye dışarı çıkmışlar ve AK Parti çoğunluğa geçince de önerge ret olmuş.
İsimleri de var bendenizde bunların ama hainlik ve vefasızlıkta Nirvana yapmış bu kişilerin adını köşeme yazıp da kirletmeyeceğim. Sadece şunu diyeceğim; siz yokken Ali Ütebay vardı o ilçede ve benim ailem dahil, birçok aileye her daim destek olmuş, kâh gölge muhtar, kâh belediye başkanı gibi tüm Avcılar için kendini heder etmiş bir insandır. Çok genç yaşta hayata gözlerini kapatması hemen herkesi derinden üzmüş olan Ütebay size ne yaptı ki, partinizin grup kararını hiçe sayacak kadar nefret doldunuz! Tüm camianın hıçkırıklarla uğurladığı Ali Ağabey hangi damarınıza bastı da bu izansızlığa imza attınız?