Niçin o lobicilerin eline bu kozu veriyoruz?
BİLİYORSUNUZ oğlum Fransa’da okuyor. Şu anda Bordeaux Üniversitesi, Hukuk Fakültesi’nde eğitim gören tek Türk. 41 kere maşallah, epeyce bir çevre yaptı kendisine. Kâh Fransız, kâh başka uyruklardan bir yığın arkadaşı var. En son gittiğimde bir kısmıyla tanıştım. Sohbet etme imkânı da buldum bazılarıyla. Söylememe gerek yok bu gençlerin genelinin Türkiye’ye bakış açısı çok fena. Sohbetimiz sırasında epeyce yordular bendenizi sorularıyla. Kızmadım. Hatta hak bile verdim çünkü evet, çok cici, akıllı gençler ama sonuçta Fransa’da yaşıyorlar. Ve dolayısıyla Türkiye hakkında da tamamen medya üzerinden besleniyorlar. Medya neyi nasıl anlatıyorsa onlar da Türkiye’yi öyle okuyorlar.
Bu gençlerden biriyle oğlum hepsinden olduğundan daha yakın. Bir Fransız kız. Oğlumla yakınlığından mı yoksa diğerlerine göre daha çok soruşturucu ve kurcalayıcı ya da siyasete aşırı merakından mı bilmiyorum, Türkiye’ye bakış açısı daha pozitif. Çok merak ediyor ve fırsat buldukça da değişik yerlerden okuyor Türkiye’yi. Türkçe öğrenme gayreti bile var. Onunla ben de samimi oldum. Pırıl pırıl bir zekâya ve çok güzel bir yüreğe sahip bir genç kız.
Uzatmayayım, TSK’nın Afrin’e girdiğinin ertesi günü üniversitenin düzenlediği bir konferansa gitmiş. Artık ne, nasıl anlatıldaysa döndüğünde suratı beş karışmış. Sorunca benim oğlan da, anlatmaya başlamış. Gözleri dolu dolu ama... “Çok üzüldüm... Anlatılanlar çok kötü... Türkiye IŞİD’in önünü açmak, onlara kalkan olmak için Suriye’ye girmiş ve oradaki Kürt sivilleri katlediyormuş. Çocukları bombalıyormuş. Neden yapıyorlar bunu?” demiş... Tesadüf ne diyeceğini bilmez bir haldeyken, tam o arada ben aramışım işte. Durumu izah edince, ben de ona hiç yılmadan doğrusunu anlatmasını söyledim. “De ki” dedim, “Sen terör yuvaları ile konuşlanmış bir ülkeyle yaşamanın ne demek olduğunu biliyor musun?” diye sor ve sonra gerek IŞİD, gerek PKK, gerek YPG, gerekse PYD dolayısıyla ülkemizde yaşanan terör olaylarının vahşetlerini anlat dedim. TSK’nın, Türkiye’nin Afrin operasyonunda Kürt sivilleri öldürmek gibi bir niyetinin olmadığını, tüm bunların gerçeği gölgeleme gayesinde olan manipülatif söylemler olduğunu söyle ve Türkiye’nin, Kürt, Türk kim olursa olsun o bölgenin güvenliği için bu operasyonu yaptığını anlat dedim. Sonra da kapattım. Aradan birkaç saat geçti yeniden görüştük. “Dediğin gibi yaptım. Her şeyi anlattım ve onu ikna ettim anne” dedi... Sevindim. Çok mutlu oldum, çünkü bir tek kişi de olsa, oğlumun bir yabancının bakış açısını değiştirmiş olması mutlu etti beni.
Fakat dün aynen şöyle bir soruyla açtım gözümü, “Anne, kız arkadaşım diyor ki ‘Türkiye’de Afrin operasyonuna karşı çıkan, savaşa hayır diyen herkesi tutukluyorlarmış’. Biraz önce de bu konuda bir bildiri yayımlayan Tabipler Birliği doktorları göz altına alınmış. Şimdi ne diyeyim?”
Biraz düşündüm. Sonra aynen şunu yazdım cevaben oğluma: “Henüz uyandım... Olandan bitenden haberim yok! Bir bakayım haberlere, yazarım sana!”
Üzerinden takribi 8 saat filan geçti. Hâlâ bir cevap yazamadım oğlumun Fransız kız arkadaşının sorduğu soruya cevap olarak... Hâlâ bakınıyorum. Hâlâ meseleyi kavramaya çalışıyorum... Bunun neden olduğunun tam gerekçesini kavrayabilirsem yazacağım bir şeyler ama gerçek şu ki: Kavrayamıyorum...
***********
BU NASIL BİR REZALET?
BİR yanda Afrin gibi çok kritik bir operasyona şahit olurken, diğer yandan da CHP kulislerini takip etmeye çalışıyorum. Dün yine mühim bir haber kaynağımla hafta sonu yapılacak kurultayı konuştuk. O arada nasıl oldu bilmiyorum konu kısa bir süre önce görevden el çektirilen Beşiktaş Belediye Başkanı Murat Hazinedar’a geldi. Ben bilmiyordum, geçen gün Hazinedar’ın özel kalemi görevini yapan kız kardeşi de görevden alınmış. Kaynağım diyor ki, “Sırada eşinin kontenjanından kadro alan 4 kişi daha var!” İddiasına göre Hazinedar’ın eşinin 4 arkadaşı Beşiktaş Belediyesi’nde üst düzey görevlere getirilmiş. Ha... Bunlar bir yana bir de şu Hüseyin Avni Sipahi meselesi var ki evlere şenlik! Tam bir rezalet duyduklarım.
Sipahi’yi Çekmeköy Belediye Başkanlığı görevinden beri bilirim. O zamanlar ANAP’lıydı. Sonradan Beşiktaş Belediyesi’nde meclis üyesi olduğunu da biliyordum. Ancak oluşunun hikâyesini yeni öğrendim. Resmen cebren oturmuş o koltuğa. İnanamadım. Adam CHP Parti Meclisi’nin hazırladığı listeyi, seçim kuruluna verilmeden bir hal çaresini bulup, değiştirtmiş dönemin ilçe başkanı Uğur Gedik’e. Önseçimle gelen 8 kişi hariç, ilk sıraya kendi adını yazdıktan sonra listeyi tamamen değiştirip öyle yollatmış seçim kuruluna. Tabii bu olay bayağı bir kıyamet kopartmış. Kılıçdaroğlu’nun talimatı ile Uğur Gedik ihraç edilmiş ama Sipahi devam etmiş göreve. Sözüm ona belediye başkan yardımcısı olmuş ama gölge belediye başkanlığına soyunmuş. Önce kendisine kıyak yapan Uğur Gedik’e belediyenin şirketi olan Beltaş’ta yüksek bir maaş verdirtip danışman kadrosu gibi bir kadro açtırmış. Sonra da belediyedeki tüm imar, ruhsat işlerinin son onay merkezi haline dönüştürmüş makamını.
Neyse... Kısa bir süre sonra bu işler ayyuka çıkınca Kılıçdaroğlu bu kez Hazinedar’a “Söyle o Sipahi denen adam istifa etsin partiden” demiş. Etmiş etmesine ama Sipahi, Hazinedar’ın talimatı ile resmen değilse bile fiilen devam etmiş kaldığı yerden. Kaynağım diyor ki, Hazinedar’ın odasından daha büyük bir odası vardı ve inanılmaz bir dokunulmazlığı! Allah razı olsun İçişleri Bakanlığı Hazinedar’a görevden el çektirirken onu da by-pass etti. Yoksa daha bir süre devam ederdi eski usul.
Bu olayı aktaran kişi Genel Merkez’e çok yakın bir isim. Ben şunu merak ediyorum. Madem bu haller, bu olaylar biliniyordu neden daha önce müdahale edilmedi de son ana kadar beklendi?
***********
AFERİN HÜRRİYET TAKİP ET!
DÜN Hürriyet’in birinci sayfasındaki “Aciller Acillik!” başlıklı haberi görünce kendi kendime aynen şöyle dedim değerli okurlarım: Aferin Hürriyet, takip et! Neden mi? Anlatayım.
Hastanelerin acil servisleriyle ilgili ilk araştırmayı yapan ve bunu manşetinden okurlarıyla paylaşan gazete Habertürk’tür. Üst üste iki gün boyunca başta İstanbul olmak üzere Türkiye’deki özel hastanelerin acillerindeki rezalete dikkat çeken ilk bizim gazetemiz oldu. Ve çok ses getirmişti o haberler.
Tabii ki, Hürriyet’in Habertürk’ün yaptığı haberciliği bire bir uygulayıp takip etmesi gurur verici. Buna asla itirazım yok. Ne mutlu Habertürk’e ki başka gazetelere öncü olabiliyor, yaptığı habercilikle örnek olup fikir verebiliyor. Bundan asla yakınmıyorum ama 20 gün kadar önce başka bir gazetenin manşetinden duyurup gündeme taşıdığı aynı konulu habere de “özel haber” logosu abartılı sanki. Neyse...
Şunu açıkça söyleyelim: Yapılan haberler, yazılan yorumlar, gündem oluşturma, alıntılanma, yenilik açısından Habertürk’ten daha iyisi yok! Artık “amiral” bu gazete.
Haksız mıyım efendim?