Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        BUNDAN sekiz ay kadar önce Ruşen Çakır, “Selefileri Beklerken” başlıklı bir yazı yazmıştı. Bir gün önceki yazısındaki Türkiye’de zeminin yeni Selefilik açısından elverişli hale geldiği görüşüne gelen itirazları da göz önünde bulundurarak tezini açıklıyordu.

        Türkiye’de Selefiliğin verimli bir toprak bulamayacağına inananlara karşı Çakır, “Selefileri Beklerken” başlıklı 11 Mart tarihli yazısında şu tespiti yapmıştı: “Ülkemizde yeni Selefi dalganın esas taşıyıcıları, özellikle AKP iktidarı döneminde, sistemin nimetlerinden yararlanmanın da etkisiyle alabildiğine güçlenen yeni muhafazakâr orta sınıfların çocukları olacaktır.”

        20 Mart tarihli yazısındaysa Çakır, kendisine itiraz edenleri uyarıyordu: “Tunus örneğinde çıplak gözle görüldüğü gibi günümüzde Müslüman toplulukların geleneklerini korumaları artık kolay değil. Hele Türkiye’de bu imkânsız bir hal almış durumda. Öte yandan, ülkemizde İslami hareket, AKP iktidarının sağladığı zemin ve imkânlar sayesinde o kadar gelişiyor ama geliştikçe o kadar sistemin hantal bir parçası haline geliyor ki, bu durumdan rahatsız olanların arayışlarında ana duraklardan biri yeni Selefilik olabiliyor.”

        Çakır burada, en değerli sosyal bilimcimiz Şerif Mardin’in, mahalle baskısı kavramını ilk kez dile getirdiği söyleşilerindeki, iktidar partisinin ileride kontrol edemeyeceği ama kendisi üzerinde baskı kuracak bir dalgayı harekete geçirdiği savını tekrarlıyordu.

        Foreign Affairs Dergisi’nde çıkmış, Güneş Murat Tezcür ve Sabri Çiftçi tarafından yazılan “Radikal Türkler” (Radical Turks http://www.foreignaffairs.com/ articles/142352/gunes-murat-tezcur-andsabri- ciftci/radical-turks) başlıklı makalede Çakır’ın bu önermelerinin artık somut verilere dönüşmeye başladığını anlıyoruz.

        Cihatçı hareketlere ve bunların bir uzantısı olmakla birlikte hayli farklı özellikler de gösteren DAİŞ’le ilgili ciddi çalışmalarda örgüte katılımın ardındaki sebepler sıralanırken, despotik rejimlerin yönetici seçkinlerine yönelik güven eksikliği, alternatif siyasi kanalların bulunmaması başta zikredilir. Bunların ardından var olan koşullarda kimlik krizini çözmede Selefi söylemin cazibesinin yüksekliğinden ve Ortadoğu ülkelerinde eğitim alanına, ekonomiye, kültürel hayata hâkim olan durağanlığın, orta sınıfın zayıflığının etkisinden bahsedilir.

        Nihayet bu ülkelerdeki umutsuzluk ve düşünce hayatı kavrukluğu nedeniyle insanların farklı bir gelecekle ilgili hayal kurmaktansa, geleceklerini geçmişte aramayı yeğledikleri vurgulanır.

        Böyle bakıldığında Türkiye’den giderek artan sayıda savaşçının DAİŞ saflarına katılması, yerleşik yaklaşımlar açısından kolay anlaşılır gibi değildir.

        Tezcür ve Çiftçi’ye göre klasik yorumlarda ve analizlerde geçerli olan koşullar Türkiye’de baskın değildir. Ülke 12 yıldır İslami hareket içinden çıkmış ve giderek siyasal söylemini dincileştiren bir partinin yönetimindedir: “Bölgedeki diğer ülkelerin aksine Türkiye’nin, vatandaşlarının çoğunu fukaralıktan çıkarmış büyüyen bir ekonomisi var. Henüz eşitsizlikler yeterince azalmadıysa da Türk vatandaşlarının çoğu AKP döneminde durumlarını düzelttiler. Suriye’deki cihada katılanların çoğu da bu artan zenginlikten pay almışlardı.”

        Yazarların ulaşabildikleri cihada giden 112 kişinin profili şöyle: “Hepsi erkek ve aralarında avukatlar, tüccarlar, esnaf, üniversite öğrencileri, devlet ve özel sektör memurları var. Evli olanların sayısı şaşılacak kadar yüksek. 31’i evli ve çocuklu, 37’si evli değil. Ortalama eğitim düzeyleri ulusal ortalamanın üstünde ve gidenlerin pek çoğunun istikrarlı işleri var. Cihada katıldıklarında ortalama yaşları 27 imiş ki, bu Türkiye ve Suriye’deki Kürt milliyetçisi savaşçılarınkinden yüksek. Yaklaşık yüzde 50’si de Kürt.”

        Yazarların bu tablo üzerinden yaptıkları değerlendirmeyi sonraki yazıda aktaracağım.

        Diğer Yazılar