Yeni bir kutuplaşma alanı
HAKKINDA yazılıp çizilenlerin de gösterdiği gibi İD radikal İslamcı/Cihatçı hareket içinde yeni bir dinamiğe tekabül ediyor. Onu doğuran koşulların anlaşılması gerektiği gibi, başka Müslüman ülkelerde, Avrupa’da yaşayan Müslümanlar arasında neden bu denli cazip bulunduğunu da tahlil etmeye çalışmak lazım. Bu bağlamda Güneş Murat Tezcür ve Sabri Çiftçi’nin Türkiye’den İD’ye katılanların profilini çizen Foreign Affairs Dergisi’nde çıkmış “Radikal Türkler” başlıklı makalesi, Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı sırasında Türkiye’nin yeni toplumsal dinamiğiyle ilgili önemli ipuçları da içeriyordu.
Yazarların çıkardıkları sonuca gelmeden önce Metropoll araştırma şirketinin ekim ayı kamuoyu yoklamasının sonuçlarına bakmakta yarar var. Metropoll’ün bulgularına göre toplumda “IŞİD’e sempati duyanların oranı son derece düşüktür. Toplumun sadece yüzde 4’ü IŞİD’e sempati duyduğunu belirtmektedir”. Ne var ki bu oranın daha 1 ay önce yüzde 1.3 olduğu hatırlanırsa durum geçiştirilebilecek gibi değil.
Belli ki IŞİD’e yönelik Irak ve Suriye’de süregelen askeri operasyonlar sürdükçe Sünni dayanışması çerçevesinde bu oran artabilecektir. Nitekim gene Metropoll araştırmasında sorulan “IŞİD’in Suriye ve Irak’ta yaptıklarını onaylıyor musunuz?” sorusuna verilen cevaplarda eylül ayında yüzde 3.5 olan “Onaylıyorum” oranı yüzde 7.1’e çıkmış. Askeri harekât devam ettikçe, iktidar çevrelerinden IŞİD konusunda daha net tavırlar konulup yapılanlar lanetlenmedikçe, bunun artacağını beklemek gerekir. Bu arada Metropoll bulguları IŞİD’i terör örgütü olarak görenlerin de görmeyenlerin de yüzdelerinin arttığını gösterdiğine göre toplumda yeni bir kutuplaşma alanı da açılmış diyebiliriz.
O halde Türkiye gibi koşulları Müslüman Arap dünyasının koşullarından çok farklı, dünya ile kurduğu ilişkide ezikliğini çoktan atmış olması gereken, ekonomisi dünya piyasasına derinlemesine eklemlenmiş bir ülkede örgüte duyulan sempatinin ve katılımdaki yüksekliğin açıklanması gerekir. Üstelik Türkiye’deki İslam anlayışının Selefilikten çok farklı olduğu, daha önceki şiddet düşkünü örgütlerin pek zemin bulamadığı ve Türkiye’deki İslamcı hareketin her şeye rağmen çok partili sistem içinde meşru bir aktör olarak yer alabildiği düşünüldüğünde.
Tezcür ve Çiftçi, ekonomiyi büyüten, ülkedeki dışlayıcı siyaset ortamını değiştiren, siyaseti sivilleştiren AKP döneminin beklenmedik bazı sonuçları olduğunu savunuyorlar. Buna göre “AKP hem çekirdek destekçilerini tatmin etmek hem de daha dindar bir toplum yaratmak amacıyla İslami örgütlere destek verince sivil hareketlilik arttı. Bu eylemcilik patlaması, örgütlerin AKP’ye bulaşmadıkça istediklerini yapabilmeleri nedeniyle kendi keskin, dışlayıcı gündemlerinin peşinden diledikleri gibi gidebilmeleri nedeniyle radikalleşmeyi de kolaylaştırdı... (Ülkede) demokratik sistemin işlemesini sağlayan kurumlar zayıfladıkça İslamcı militanlık hiçbir denetime tabi olmadan gelişti”.
Bu duruma Suriye’deki krizin hükümet tarafından alabildiğine yanlış, takıntılı ve riskleri hesaba katmadan yönetildiğini ekleyecek olursanız ortaya çıkan tabloya da şaşmamak gerekiyor. Suriye’de Beşar Esad rejimini devirmek amacıyla her türlü muhalif gruba verilen destek, gösterilen müsamaha, Türkiye toplumunda Cihatçı örgütlerin giderek güçlenmesine koşut olarak, etkilerinin de artmasına yol açtı.
Tezcür ve Çiftçi’ye göre, “Gelişen bir sivil toplum ve çürüyen siyasi kurumlar, Türkiye’de radikalliğe uygun bir ortam yarattılar...Sivil toplumun karanlık bir yönü de vardır ve eğer demokrasinin güçlü denetim mekanizmaları yoksa, demokrasinin altını oyabilir. Böyle bir durum, biat konusunda hükümet ile ad hoc grupların veya yarı-gizli ilişki ağlarının rekabet edilebildiği gayri resmi alanda, özellikle, geçerlidir”.