Kuzeyden gelen ziyaretçi
RUSYA Devlet Başkanı Vladimir Putin’in ziyaretini önemsiz bulmak mümkün değil. Ancak ziyaret sırasında imzalanan anlaşmaların Türkiye’de yarattığı memnuniyet ve zafer duygusu da herhalde abartmalı. Öncelikle bu ilişki hiç de eşitler arası bir ilişki izlenimi vermiyor. Rusya son altı yıldaki politikalarıyla Türkiye’nin Karadeniz ve Kafkaslar’daki tüm güvenlik hesaplarını altüst etmişti.
Ne Gürcistan işgalinde, ne Kırım’ın ilhak edilmesinde, ne de Türkiye’nin bir parçası olduğu Avrupa güvenlik mimarisinin ağır hasar görmesinde Ankara sesini çıkarmıştı. Kırım Tatarlarının haklarının savunulmasını ön plana çıkaran Türkiye’nin sicili Kırım’dan gelen “kaybolan Tatar” haberleri ışığında pek başarılı bulunamaz.
Bunlara rağmen ilişkilerin ikili çıkarları daha ileriye taşıyacak bir şekilde yürütülmesinde şaşılacak bir durum yok. Ahlaki kaygılara sahip olsanız da ülkenizin işlerini bazen bağrınıza taş basarak yürütmek zorundasınız. Bunun adına reelpolitik deniyor. Maalesef mutlak anlamıyla “değerler temelli” dış politika yürütmenizi engelliyor.
Rusya’nın bu anlaşmalardan daha kârlı çıktığını söylemek yanlış sayılmaz. Büyük imtiyazlar tanınan nükleer santralı bir yana koysanız bile (ki koymamalısınız) boru hattı en çok Moskova’nın Ukrayna’yı dize getirme stratejik önceliğine hizmet ediyor. Rusya en büyük gaz alıcısı Almanya’ya Kuzey Denizi altından geçen özel bir boru hattıyla gazını satıyor. Bu yeni boru hattı projesiyle Ukrayna tümüyle devre dışı kalacak. Buna karşılık Türkiye de özellikle gaz boru hattının Ukrayna yerine kendi topraklarından geçecek olması nedeniyle dünya enerji tablosuna girecek.
Ne var ki belki beş yıl önce büyük heyecanlar yaratabilecek bu gelişme bugün benzer bir anlam taşımıyor. Birincisi AB ülkeleri Rusya’dan aldıkları gazı giderek azaltıyor. Amerikan gazı Avrupa’ya satıldığı takdirde Rus gazına bağımlılık daha da azalacaktır.
Velhasıl, Türkiye’nin Rusya ile makul ilişkiler içinde olmasının önemi bu ilişkinin pek de eşitlikçi bir nitelik taşımadığı gerçeğinin üzerini örtmemeli. Bunun yanı sıra Ortadoğu politikasında ve bununla bağlantılı olarak Batılı müttefikleriyle ilişkilerinde ahlakçı bir tavır belirleyen Ankara’nın bu ilişkideki tutumu üzerinde de düşünmek gerekir.
Kuzeyden gelen ziyaretçinin siyasi kimliği ve başında olduğu rejim hakkında bu denli sus pus olunması kendi müttefikleriyle ilişkilerinde tepeden bakan ahlakçılığı bayrak edinmiş bir yönetim açısından çelişkili duruyor. Vladimir Putin’in Rusya’sı siyasi rakiplerin ekonomik yaptırımlarla, o da olmazsa uydurma davalar ve hapis cezalarıyla tasfiye edildiği bir ülke. Gazetecilerin ve seslerini fazla çıkaranların faili meçhullere kurban gittiği, Başkan’ın yaklaşık 40 milyar dolarlık servet sahibi olduğu, çevresindekilerin muazzam yolsuzluklara bulaştığı bir rejimden bahsediyoruz.
Türkiye’nin yeri göğü inlettiği Mısır’daki eli kanlı ve giderek daha baskıcı hale gelen askeri yönetimin önemli destekçilerinden biri de Rusya. Bu konuda ses edilmemesi, Beşar Esad konusundaki fikir ayrılığının bile başka ülkelerden esirgenen bir olgunlukla dile getirilmesi dikkat çeken olgular.
Türkiye dış politikasının sürekli yel değirmenleriyle savaşmaktan vazgeçmesi ve ahlaki tutumunu abartıya kaçmadan ve vakarla dile getirmesi doğrudur. Ancak Rusya söz konusu olduğunda kolaylıkla vazgeçilebilen ahlaki kaygıların, neden başka ülkeler söz konusu olduğunda Türkiye’nin gerçekten çok somut ve üstün menfaatlerini zedeleme pahasına ön plana çıkarıldığının da bir fırsat bulunduğunda açıklanması gerekir.
Son eklenmesi gereken ise, Rusya ile dengeli bir ilişkiyi sürdürmek gayet yerindeyse de Türkiye’nin NATO üyeliğinin hatırlanmasında yarar olduğudur.