İşkence raporunun ardından
AMERİKAN Senatosu’nun İstihbarat Komisyonu’nun, dokuz yıl önce hazırlamaya başladığı, üç yıllık büyük mücadelelerden sonra ancak 500 sayfalık, pek çok yeri karartılmış özetini yayınlayabildiği CIA’nın işkenceleriyle ilgili rapor, bekleneceği gibi ABD’yi ve dünyayı sarstı. Raporun yayınlanmaması için sıkı bir mücadele veren CIA geçen yıl komisyon üyelerinin bilgisayarlarına dahi girmiş, önce inkâr ettiği bu suçtan dolayı daha sonra başkanı özür dilemek zorunda kalmıştı. Sonuçta Komisyon Başkanı California’lı Demokrat Senatör Diane Feinstein’in inadıyla rapor yayınlanabildi.
Bundan kırk yıl önce art arda gelen iç ve dış politika rezaletleri nedeniyle isyan eden Kongre, CIA’yı mercek altına almıştı. Örgütün o güne kadarki marifetleri ortaya dökülmüş, bunların Amerikan demokrasisine zarar verdiği sonucuna varılmış ve yakından denetlenmesi kararı verilmişti. Bu işkence raporunu hazırlayan İstihbarat Komisyonu da o zaman, güvenlik birimlerinin demokratik denetime tabi tutulması gerekliliğine bağlı olarak kurulmuştu. Bu kez benzer bir arındırma ve demokratik denetimin güçlendirilmesi ya da sorumluların cezalandırılması türü gelişme beklenmiyor.
Bu raporun yayınlanmasına karşı çıkan Cumhuriyetçiler ocak ayından itibaren Senato’da çoğunluğu teşkil edeceklerinden raporda ortaya çıkan suçların ve bunların sorumlularının üzerine gitmeyeceklerdir. Bu noktada asıl ümit kırıcı olan, daha başkanlığının ilk yılında Nobel Barış Komitesi’nin büyük bir hatası sonucu Nobel Barış Ödülü’ne layık görülen Başkan Obama’nın sade suya tirit tepkisiydi. Aslında belki de buna şaşmamak gerekiyordu. Zira belli ki bu başkan da, 11 Eylül sonrası kendisini yeniden yapılandıran Amerikan güvenlik devletine teslim olmuş durumdadır.
Obama, iktidara “Guantanamo’daki zindanı kapatacağım” vaadiyle geldiği halde bunu gerçekleştirmedi. Ulusal Güvenlik Kurumu’nun (NSA) Edward Snowden tarafından ortaya serilen rezillikleri karşısında yalnızca bu yasadışı işlerin sürmeyeceğini söylemekle yetindi. Selefi Bush’tan bile daha sık insansız hava araçlarına başvurdu ve sivillerin ölümüne yol açtı. İstihbarat örgütlerinin suç işlediklerini, yetki sınırlarını aştıklarını gördüğü halde ne NSA’da ne de CIA’da sorumlular cezalandırıldı ya da azledildi. Kongre’ye yalan söyleyen NSA Başkanı yerinde kaldı. İşkence raporunun yazılması sırasında Beyaz Saray komisyonun istediği, konuyla ilgili 9400 belgeyi teslim etmedi.
Sonuçta 11 Eylül saldırılarının ardından ABD’ye hâkim olan korku ikliminin beslediği vatandaşın yaşam alanını kısıtlayan tepki devam ediyor. 11 Eylül sonrasında öne çıkan, insan haklarını ikinci plana iten güvenlikçi anlayışın politikaları, şiddeti azalmış olsa da gücünü koruyor. Mark Danner’in “İstisnai durum” diye tanımladığı yapılanmanın yarattığı bu ruh halinde Amerikan toplumu, raporun çizdiği tablonun vahametini tam olarak idrak etmeyecek veya etse de omuz silkerek geçecektir.
Gerçi rapor Amerikan kamuoyunda temel bazı soruların yeniden sorulmasına ve tartışılmasına da yol açtı. CIA’nın iddialarının ve yalanlarının aksine işkence ile elde edilmiş istihbaratın pek işe yaramadığı tekrar gündeme getirildi. İşkencenin, demokratik bir toplumun içine zehir akıtan bir kötülük olduğu hakkında konuşuldu. Ancak asıl sorumlular cezalandırılmaz ya da en azından mahkeme önüne getirilmezse raporun taşıdığı önem de azalacaktır. Amerikan siyasi kimliğinin demokratik ve hukuka saygılı tarafı, bir kez daha güvenlikçi tarafına yenilmiş olacaktır.
Bu raporun ardından ABD’nin demokratik değerler ve insan hakları konularındaki, zaten iyice değer kaybetmiş söyleminin etkisi de iyice zayıflayacaktır. Despotluğun ve şiddetin yükseldiği bir dünyada sinizmi yükseltecek bu durum, dünyadaki demokratik güçler açısından da aslında talihsizliktir.