Sağlıksız ruh hali
HERHALDE farkındasınızdır, ülkede yaşanan kutuplaşmanın ve amansız Goebells’vari propaganda bombardımanının bir sonucu olarak bu ülkede yaşayan insanlar uzun zamandır ortak bir gerçekliği paylaşmıyorlar. Dünyadan ise giderek daha fazla kopuyorlar. Propaganda bombardımanının önemli sonuçlarından birisi, toplumun her kesimine hâkim olan karşısındakine güvenmeme duygusu.
Bunu perçinleyen bir de hasım olduklarına inanan kesimlerin birbirlerinden korkması, diğerinin kendi hayat hakkına yönelik niyetlerinden kuşkulanması. Tüm bunların toplamı da hayli hastalıklı bir ruh halinin toplumsal dokuyu zedelemesi sonucunu veriyor.
Türkiye’deki kavganın önemli bir kısmı kimlik kavgası şeklinde verildiğinden dünyadan kopuş yalnızca dünyayla ilgili bilgi sahibi olmamakla da sınırlı değil. Bilgi sahibi olunmayan o dünyayla ilgili envai çeşit hurafe gerçek diye dolaşıma sokulurken, işleri kamuoyunu ya da toplumun genelini bilgilendirmek olanlar da yangına körükle gidiyorlar.
Kimlik savaşlarını pompalayan ve insanları dünyaya yalnızca kimlik çerçevesinden bakmaya zorlayan müthiş propaganda dalgalarının sonucunda dünyayla kurulan ilişki giderek marazi bir hal alıyor. Bunun belki de en çarpıcı örneklerinden birisi Metropoll araştırma kuruluşunun ocak ayı raporunda, Paris’teki Charlie Hebdo saldırılarıyla ilgili ortaya çıkan bir dizi bulgu.
Araştırmaya göre Türkiye’de hatırı sayılır bir kesim saldırıların yabancı istihbarat servislerinin işi olduğuna inanıyor. Burada ülkeyi sultası altında tutan müthiş komploculuk iptilası kadar önemli olan, radikal İslamcı örgütlerin kendi başlarına iş çeviremeyeceklerine dair inanç. Ya da İslamcı kesimlerde onlara toz kondurmama gayreti. Açıkçası burada yalnızca bir savunma güdüsü değil, bu örgütlerin kafalarının yeterince çalışmadığına, bu tür işlerin altından kalkamayacaklarına dair bir küçümsemenin de etkisi var.
Bu küçümseme aslında toplumun kendisine bakışını da yansıtıyor. Özgüveni yerinde, ayakları yere sağlam basan bir toplumun yüzde 55’i kendisine doğrudan ya da dolaylı dokunan her konuyu bir Haçlı Seferi bağlamında görmezdi. Kendi hayatıyla ilgili aksayan her işte başkalarının parmağı olduğuna inanmak son tahlilde kendi yaptıklarına ya da varoluş tarzına inanmayan, güvenmeyen bir toplumsal ruh halini yansıtıyor.
Aslında bu cevapla birlikte değerlendirildiğinde, Müslümanların “gerçek İslam’ı” temsil etmediklerine dair yüzde 58’lik çoğunluk görüşü bu hayli rahatsız edici toplumsal portreyi tamamlıyor. Kendisini giderek daha fazla dini kimliğiyle tanımlayan bu toplum yaptıklarının, göz yumduklarının galiba yeterince farkında. O nedenle hatırı sayılır bir kesiminde beşeri ve toplumsal ahlaki yoksunluğun, adaletsizliklere ve hırsızlıklara göz yummanın yarattığı bilinçaltı rahatsızlığı ortaya çıkıyor.
Bu rahatsızlık dini kimliği daha fazla vurgulayarak, şekil şartlarını yerine getirerek bastırılmaya çalışılıyor. Propaganda araçları bu vurgularla siyaseti bir kimlik/ kültür savaşına indirgemeye çalışıyor. Sonuçta Paris’teki ve hatta aynı gün Nijerya’daki ve Yemen’deki, daha önce Pakistan’daki gene radikal İslamcı örgütlerce gerçekleştirilen hunharlıklar karşısında tavır alınamıyor. Bu nedenle yüzde 20’lik bir kesim Paris’teki katliamı onaylayabiliyor.
Yazıyı yazarken (IŞ)İD’in, tutsağı olan Ürdünlü pilotu bir kafes içinde diri diri yaktığı haberi geldi. İnsanın nutkunun tutulmasına yol açan bir vahşet bu. Bu eylemle örgüt kendi açısından önemli bir eşiği de kanımca geçmiş oldu. Bundan sonra karşısında çok daha güçlü bir Müslüman toplumsal muhalefet bulacağını zannediyorum. Ürdün’deki aşiretlerin bu cinayetin hesabını soracaklarını sanıyorum.