Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        KEŞKE AKP kurucu seçkinlerinde, partinin ve ona hayat veren siyasi akımın önde gelen kişilerinde eski Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz’ın fikri namusunun ve cesaretinin çeyreği olsaydı.

        Heyhat kapalı kapılar ardından sürekli şikâyet sıralayan, rahatsızlıklarını paylaşan, “Neyi söylemediğimize bakın, nerede durduğumuzu anlarsınız” diyerek korkunç baş eğmişliklerini mazur göstermeye çalışanlardan böyle bir şey beklemek abes.

        Eğer halen Abdullah Gül döneminde başladığı Cumhurbaşkanlığı danışmanlığı devam etmiyorsa, ki herhalde etmiyordur, Durmuş Yılmaz yalnızca emekli bir memurdur. Bu haliyle faizin enflasyonu belirlediğine dair bilim dışı önermeye karşı duruşunu üzerine gelen oklara rağmen değiştirmedi. Merkez Bankası’ndan yapamayacağı şeylerin istenmesine karşı çıktı.

        Büyüme için faizin zaten kendi başına yetmeyeceğini, yapısal reformlar yapılmadan ne Türkiye’de, ne de faizleri sıfır düzeyinde ya da ekside olan gelişmiş ülkelerde büyümeye geçilebileceğini söyledi. Buradaki asıl önemli nokta Durmuş Yılmaz’ın şunu ya da bunu söylemesinden çok, doğru bildiği bir görüşü üzerine çok sert bir şekilde gelinmesine rağmen, üstelik de bugünkü iklimde savunmaktan vazgeçmemesi, yanlış anlaşıldım gibi bir yola kaçarak tevile tenezzül etmemesiydi.

        Yani bilgisine güvenen, cesaretini bilgisinin gücünden, zihnindeki bilgiye olan inancından alan birisi gibi davrandı. Türkiye açısından hazin olan böyle kişilerin, doğru bildiği yerde durarak konumunu savunanların sayısının özellikle siyaset erbabı arasında pek de yüksek olmamasıdır. Bu vesileyle not düşmek isterim. Durmuş Yılmaz Merkez Bankası başkanlığına atandığında kökenleriyle ve hayat alışkanlıklarıyla dalga geçenlerin de umarım yüzleri kızarıyordur.

        Böylesi bir medeni cesarete giderek daha fazla ihtiyaç duyulan bir döneme giriyoruz. Haziran seçimleri 2010 yılındaki referandumla başlayıp, 2011 genel seçimleriyle devam eden, 17-25 Aralık şokuna rağmen kazanılan 2014 yerel seçimleri ve ağustostaki başkanlık seçimleriyle sürdürülen bir iktidar yürüyüşünün son etabıdır. Ya da durağıdır. Bu seçimlerde iktidar partisi Anayasa değiştirecek çoğunluğa sahip olduğu takdirde Türkiye siyaseti daha önceleri bilinmeyen, ülkeyi götüreceği yer ise hayli belalı bir yola çıkacaktır.

        Haziranda seçime gidecek olan iktidar partisi 2002 yılında seçimleri kazanan siyasi hareketten farklı bir örgüttür. O seçimlerde çökmüş bir sistemden, iflas etmiş bir siyasi sınıftan iktidarı alan parti köklü bir siyasi akımdan beslenen ama farklı akımları da bünyesinde barındıran bir koalisyondu. Seçmenin üçte biri, 1990’lı yılların karanlığından bezmiş, Avrupa Birliği projesinde sıkıntılarını aşmasını sağlayacak bir vaat görmüş, İslamcı hareketin içinden yenilikçi olduğu iddiasıyla ve bambaşka bir dille önüne gelen denenmemiş bir partiye oyunu vermişti.

        İslamcıları ve Kürt milliyetçilerini Meclis’e sokmamak üzere konmuş yüzde 10 barajının azizliği sayesinde bu yeni parti üçte ikilik bir çoğunluğa da sahip olmuş, iki seçim sonrasında da siyasi alanda mutlak hâkimiyetini kurmuştu.

        Haziranda seçime gidecek olan parti, 2002’de iktidara gelen partiden hayli farklı özelliklere sahip olacak gibidir. Her şeyden önce kadro partisi giderek tüm siyasi alanı etkisi altına almış bir şahsiyetin iktidar aracı haline gelmiştir. Onun da ötesinde, Birikim Dergisi’nde Fethi Açıkel’in yazdığı gibi parti artık bir muhafazakâr uzlaşmanın değil, kitlenin İslami melankolik öfkesi ile yeni seçkinlerin İslami narsisizminin bir bileşkesi haline gelecektir.

        “Dava” adına ya da başka saiklerle partinin bu hale gelmesine ses çıkarmayan, bu gidişata karşı mücadele vermeyenler haziranda devreden çıkacaktır. İktidar partisinin de artık farklı bir tarihsel işlevi olacaktır.

        Diğer Yazılar