İncirlik puf olursa
BİR siyasi akımın düşünce üretenleri, yani bu akımın siyasi aklını şekillendirecek olanların kendi davalarına en büyük ihaneti, gerçeklerden kopmaktır. Böyle bir durum ya becerilerinin sınırlarına dayandıklarından, ya da yeni gerçekler çıkarlarına uymadığından ortaya çıkabilir. Tabii bir de özgürlük eksikliği, mevki kaptırma ihtimali nedeniyle korkudan tırsmak da mümkündür. O zaman da bu zevat hayal ve temennilerini gerçeklerin yerine koyabilirler. O zaman da analizin yerini umut, beklenti ve heves alır ki, bu da işlerin iyice sapa sardığının bir başka kanıtıdır.
Son dönemlerde nereye gitseniz, aklı başında hangi yazıyı okusanız, ya da Türkiye’yi iyi bilen yabancılarla konuşsanız hep aynı sonuca varıyorsunuz. Bir zamanlar yere göğe sığdırılamayan dış politikanın yerinde bir enkaz var. Dış politikanın sorumluları yalnızca enkazın varlığını reddetmekle de kalmıyorlar aynı zamanda göz boyama operasyonlarıyla cümle âlemin bunu görmemesini sağlayacaklarına da inanıyorlar. Hâlâ geçmiş dönemin olguları, varsayımları, çıkarsamalarıyla oturup yazı yazanlar, pozisyon üretmeye çalışanlar ve caka satanlar var. İnandırıcılıkları ise yok.
Güneyinde olup bitenleri etkileme gücünü nicedir büyük ölçüde yitirmiş bir Türkiye’den bahsediyoruz. Bu Türkiye’nin izlediği Suriye politikası nedeniyle başında ciddi dertler var. Müttefikleriyle bu son derece hayati dış politika konusunda ortak bir bakış üretemediği gibi, giderek çıkarları da pek dikkate alınmıyor.
Haklı olduğu konularda bile, üslubunda bir süredir gözlemlenen ayarsızlık ve giderek buhran haline gelen kimlik karmaşası nedeniyle düzgün diyalog kurabildiği müttefiki yok. Biraz da bu nedenle üzerine yapışmış olan Cihatçıları kolladığı yolundaki iddialara ve tabii olgulara verdiği cevapları dünyada kimse ciddiye almıyor. Tüm bunlar bir dönem gücünün ve itibarının şahikasında olan bir ülkenin durdurulamaz düşüşüne ve boğucu bir yalnızlığa teslim olduğuna delalet ediyor.
Lübnan’daki Daily Star Gazetesi’nin yorum sayfaları editörü Michael Young, Beşar Esad’ın son mülakatlarıyla ilgili yazısında şunları söylemiş: “(IŞ)İD’le işbirliği yaptığı iddia edilen Türkiye belki de en büyük kaybeden. Tayyip Erdoğan, Esad’ı düşürme heyecanıyla ülkesini Cihatçıların koridoruna çevirdi. Ayn-el Arap (Kobani) kuşatması sırasında ve Amedi Kulibali’nin eşi Türkiye üzerinden Suriye’ye kaçınca bunun sonuçları daha dramatik hale geldi.” Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde dün çıkan, (IŞ)İD ve Nusra Cephesi’yle mücadele hedefleri ve yöntemleriyle ilgili 2199 sayılı karar da son dört yılın muhasebesi açısından Türkiye’yi zorlayabilecek maddeler içeriyor.
Tam böyle bir ortamda Kürdistan Bölgesel Yönetimi Peşmerge Bakanlığı Sözcüsü Helgurt Hikmet tutup ABD’nin kendi bölgelerinde bir askeri üs kuracağını söylediğinde dikkat etmeniz gerekiyor. Türk medyasının en mahir diplomatik muhabir ve yorumcularından Barçın Yinanç bu haberden yola çıkarak, Türkiye’nin savaş uçaklarının kalkması için kullanılmasına izin vermediği İncirlik üssünden kolayca vazgeçilip vazgeçilemeyeceğine bakmış. İncirlik öyle kolayca kenara atılabilecek bir değer değil. Ne var ki sorun zaten bunun ötesine geçiyor. Türkiye’nin yalnızca coğrafyası ve askeri değeriyle gündemde kalabilmesi onu sıradanlaştırıyor.
Yinanç’ın yazdığı gibi, “Washington seçeneksiz olmadığı mesajını veriyor... Ancak İncirlik konusundaki anlaşmazlık sadece Ankara’nın Washington ile ilişkileriyle bağlantılı değil; aynı zamanda Türkiye’nin, kendi ulusal çıkarlarına uygun şekilde gelişmeleri etkileme gücüne sahip bir bölgesel aktör olmasıyla da ilgili.”
Bu gücü yeniden elde etmek içinse bölgesel hegemon olma hevesinin sarhoşluğundan vazgeçip, kapasite ve çıkarları gerçekçi şekilde değerlendirmeye başlamak gerekir. İktidar yanlısı aydınlara düşen sorumluluk budur.