Özgecan ve diğerleri
KADINA yönelik şiddet Türkiye’ye özgü değil. Birleşmiş Milletler’in “Kadınlara yönelik şiddeti bitirmek için birleşin” kampanyası dünyanın her yerinde tablonun ne denli iç karartıcı olduğunu zaten gösteriyor.
http://www.un.org/en/women/endviolence/ pdf/pressmaterials/unite_the_situation_ en.pdf
ABD’de kadın nüfusun yüzde 18.3’ü yaşamları süresince tecavüze ve tecavüz teşebbüsüne maruz kalıyor. Özellikle iş imkânlarının daraldığı, erkeklerin evin ihtiyaçlarını karşılayamadıkları dönemlerde ev içindeki şiddet ve kadınlara yönelik saldırganlık artıyor. Gelişmiş ülkelerde, kadın-erkek arasında evlilik dışı cinsel ilişkiler pek mesele teşkil etmediğine göre tecavüz konusunu bir cinsel mesele olduğu kadar kadınların bastırılmasına, onlara iktidarın kimde olduğunun gösterilmesine yönelik bir şiddet türü olarak görmek belki daha doğru.
Muhafazakâr toplumlarda bu şiddet, cinsel tatminsizlik ve kadınları mutlak anlamda erkeğin gölgesi ve ikinci sınıf yaratık diye görmekten kaynaklanan bir öfkeyle pekişiyor. Mısır’da, Tahrir Meydanı’nın, dünyadan büyük destek gördüğü o en görkemli destansı günlerinde toplu tecavüze uğrayan Hollandalı kadın gazetecinin haykırışlarını da içeren bir video ortalığı duman etmişti. Tahrir’deki erkek rezilliği Hollandalı gazeteciyle sınırlı kalmamış, açık ya da kapalı olduğuna bakılmadan her tür taciz ve şiddet ortalığa saçılmış zavallılar tarafından kadınlara reva görülmüştü.
Kadınların konumunun Türkiye’dekinden pek farklı olmadığı belki de daha beter olduğu Hindistan’da 2012 yılının Aralık ayında yaşanan bir olay, ülkeyi sarsmış ve müthiş bir toplumsal tepkiyi harekete geçirmişti. Tıp fakültesi öğrencisi bir genç kız ve erkek arkadaşı bindikleri otobüsteki altı kişinin saldırısına uğramış, genç kıza şoför dahil otobüsteki erkekler tecavüz etmişti.
Türkiye’de uzun zamandır kadına yönelik şiddet karşısında bir bilinçlenme ve buna yönelik esaslı bir mücadele var. Lakin, Türkiye’de son yıllarda iyice hissedilen, kadına daha doğrusu hayatını bildiği gibi yaşamak, haklarından özgürlüklerinden yararlanmak isteyen kadına haddini bildirmeye yönelik bir ortam da var. Bu ortamın giderek daha boğucu hale gelmesinde yöneticilerin sözlerinin ve söylenmesine izin verdiklerinin payı yüksek.
Kadın ve erkeği eşit görmeyen muktedirlerin; öldürülüp asansör boşluğuna atılan dudakları rujlu bir kadının bunu hak etmiş olabileceğine dair pek felsefi yazılar yazan başka kadınların; kadınların kahkaha atmasına itiraz edenlerin; 6 yaşında bir kız çocuğu evlenebilir diyenlere ses çıkarmayanların sorumluluğu geçiştirilecek gibi değil.
El ele tutuşmayı günahkar bulan Diyanet İşleri’nin; annesinin eteği dizinin üstündeyse bundan tahrik olacağını söyleyenlerin; ve onlara hadlerini bildirmeyenlerin; 8-9 yaşında kız çocuklarının kendilerine yaklaşmasını istemeyenlerin; hamilelerin sokaklarda dolaşmasından rahatsız olanların üçüncü sayfaları dolduran cinayetlerde (http://bianet.org/bianet/erkek-siddeti/ 161582-erkek-siddetinin-2014-grafigi) hiç günahı yoktur diyebiliyor muyuz?
Kadınların öncelikle Mersin’de, Özgecan Aslan’ın hunharca öldürülmesine karşı cenaze namazına katılmaktan, tabutu taşımaya uzanan eylemlerine bakıldığında Türkiye’de de belli bir eşiğin nihayet geçildiğini belki düşünebiliriz. Hükümetin insanı sağır edici, utandıran sessizliğine rağmen sanki ilk kez, toplumun hatırı sayılır bir kesimi bu meseleyi sahiplenecek gibi. Bugüne dek her vahşi eylemi, bu vahşi eylemi meşrulaştıran ya da mazur göstermeye çalışan her söylemi bir şekilde tedavülde tutan “adam sendeci”lik sanki Özgecan’ın feci ölümüyle bir sarsıldı.
Eğer bu toplum nihayet böyle bir tepkiyi gösterebilecekse, saldırgana karşı kendisini tırnağıyla, biber gazıyla, tüm gücüyle savunan Özgecan Aslan’ın mücadelesi boşa gitmemiş olacaktır.