Sykes-Picot kalıcı galiba
DÜNYA beşten büyük olduğu gibi Ortadoğu bölgesi de Türkiye’den bir hayli büyük. Aslında bölge bugünkü haliyle hem içindeki hem de kendisiyle bölge dışından ilgilenen tüm devletlerden de büyük. İç çelişkileri ve çatışmaları dışarıdan çözülebilecek gibi değil. Ancak halen bölgeyi kavuran şartlarda kendi başına yeni bir düzeni oluşturabilecek iradeden de, güçten de, kapasiteden de yoksun.
Türkiye bir zamanlar gelecekteki şekillenmesine ciddi katkılar yapabileceği bu bölgede artık kendini ofsaytta buluyor. Ülkenin gerçek gücünün nerede olduğunu anlamaya mezun olmayanların kendi hayallerini analiz diye, en başta da kendilerini inandırarak sunmaları neticesinde Ankara elinde tuttuğu kozların çoğunu yitirmiş durumda. Ülkenin yöneticileri ve yeni seçkinlerin düşünce üretme gayreti içindeki kadroları bu halin geçici olduğuna kaniler.
Ortalık yatıştıktan sonra bugünkü iktidarın kendisine kader ortağı diye seçtiği Müslüman Kardeşler hareketinin yeniden 2011-2012’deki ikbal ve iktidar fırsatına kavuşacağına inanıyorlar. Bu nedenle de Türkiye’nin dış politikasını tarumar eden politikalarının yarattığı izale edilmişliği “değerli yalnızlık” etiketiyle değerlendiriyorlar.
Ciddi düşünenler arasında ideolojik tercihlerle dış politikayı belirlemenin kaçınılmaz olduğuna inananlar var. Desteksiz atanlarsa Türkiye’nin uluslararası sistemde devrim yaparak, çevresi üzerinde egemenlik kuracağına iman ediyorlar.
Türkiye’nin yeni seçkinlerinin bana gerçeklik dışı gelen beklentileri sürerken bölge de yeniden, Türkiye’ye pek ihtiyaç duymadan şekilleniyor. Türkiye coğrafyası, tarihi, Cumhuriyet’in diplomatik birikimi ve yerleşik ittifak ilişkileri nedeniyle dışlanabilecek bir ülke değil. Ne var ki, liderlik iddialarının pek hükmünün kalmadığını da söyleyebiliriz. Hele, iç politikasında, önceki dönemde kendisini dünyanın odağına yerleştiren özelliklerinden uzaklaştıkça.
Başkan Obama, geçen hafta Beyaz Ev’deki “terörizme karşı zirve”de yaptığı konuşmalarda, tüm eleştirilere göğüs gererek terörizmi İslamcı hareketlere bağlamadan derin ve sert analizler paylaştı. Siyaset önerilerini konuklarla paylaştı. Toplantılarda yaptığı konuşmalarda bir başka nokta da dikkate değerdi. Obama, bölgedeki vahşetin bitmesi, bir düzen kurulmaya başlanabilmesi için devletlerin yapılandırılmasının ve otoritelerinin tesis edilmesinin üzerinde özellikle durdu.
Devletlerin yeniden işler hale gelmelerini sağlayabilmek için bölgedeki vahşetin durması, bir barış ortamının kurulması gerekiyor. Halen bölge Sünni-Şii mezhep savaşı, Sünniler arası hegemonya savaşı ve kadim sorun İsrail-Filistin çatışmasıyla kavruluyor. Obama yönetimi Ortadoğu’dan kaçamayacağını idrak ettiğinden beri bu koşullarda barışın nasıl kotarılabileceğine, devletler düzeninin nasıl yeniden kurulabileceğine kafa yoruyor. Kısacası ABD ve küresel sistem açısından meşhur Sykes-Picot sınırlarının en azından kâğıt üzerinde kalıcı olması tercih ediliyor.
Clinton döneminde Ulusal Güvenlik Konseyi’nde görev alan daha sonra İsrail’de büyükelçilik yapan Martin Indyk, geçenlerde Brookings Enstitüsü’nde bir konuşma yaptı. Indyk, bugünkü koşullarda ABD’nin Ortadoğu’dan çıkamayacağını söyleyerek, yeni dönem için stratejik seçeneklerini şöyle sıralıyordu: 1) İran’la birlikte ortak yönetim; 2) Geçmişe dönüş ve geleneksel Amerikan müttefikleriyle yani Mısır, Suudi Arabistan, İsrail ve Türkiye ile yeniden işbirliği tesis etmek.
Indyk, Türkiye’yi başta bu geleneksel müttefikler arasına koymuş ancak daha sonra bahsetmemiş.
Bu seçeneklerden hangisinin öne çıkacağı, bugünkü Obama yönetimi-Netanyahu hükümeti kavgasının gidişatına, İran ile yapılan müzakerelerin varacağı noktaya bağlı. Bu tercih Türkiye’nin Ortadoğu’daki siyasetinin hangi yeni parametreler içinde yapılacağını da büyük ölçüde belirleyecek.