Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Obama yönetimi, kendisine yakın düşünce kuruluşu Center for American Progress’in yayınladığı “ABD-Türkiye Ortaklığı” (The US-Turkey Partnership) raporunda önerilen siyaseti benimser ya da benimsemez. Rapor, Obama’nın Türkiye’ye 5 yıl boyunca yaptığı yüklü siyasi yatırımın getirisinin pek matah olmadığı sonucuna varmıştı. Bu nedenle raporda, Türkiye’ye yönelik tavrın artık “zararsız ilgisizlik” niteliğinde olması gerektiği savunuluyordu.

        Bir önceki yazıda vurguladığım gibi, Obama’nın Türkiye’ye yönelik teveccühü, İran’a yönelik Amerikan politikasını değiştirmeye çalışmasıyla çakışıyordu. ABD’nin İran ve Türkiye politikalarını bağlantılı görmek doğruysa, Obama’nın ne yapmak istediğiyle ilgili bazı sonuçlar çıkarmak mümkün.

        Obama, Bush yönetiminin takıntılı dış politikası nedeniyle, gücünü ve dünya sistemindeki meşruiyetini ciddi ölçüde yitirmiş bir ABD devraldı. 2008 finansal krizinin yarattığı sarsıntı da ABD’yi daha makul ölçüler içinde hareket etmeye zorluyordu. Beyaz Saray yönetimi, hem Avrupa’dan hem Ortadoğu’dan mümkün olduğu kadar uzaklaşmak istiyor, Washington’un gücünün sınırlarını da hayli düşük seviyede değerlendiriyordu.

        Obama işte bu bağlamda İran’ı radikalliğini törpüleyerek uluslararası sisteme sokma politikası izledi. Bölgede İran’ın ağırlığı zaten artmış olduğu; Irak, Suriye ve Lübnan’da Tahran’a rağmen adım atılamayacağı gerçeği üzerinden ilerledi. Kanımca Ankara ile birlikte hareket etme arzusu, Türkiye’nin, AKP iktidarının ilk yıllarında belirlediği güzergâhta yürümeyi sürdürüp “giderek daha istikrarsızlaşan bir bölgenin demokratik ve çoğulcu bir yönde yeniden şekillenmesinde yardımcı olacağı” beklentisinden kaynaklanıyordu.

        Böyle bir Türkiye, İran’ı her bakımdan dengeleyebilecekti. AKP hükümetleri, Obama yönetiminin desteğini ceplerine koyup içeride zaten ulusalcılar ve başkaları tarafından başlatılmış Amerikan düşmanlığını daha da harlayarak kendi siyasetlerini izlediler. Ama ABD ile ters düşmemeye genelde dikkat ettiler.

        Arap isyanlarının ardından Türkiye’den beklentiler iyice yükseldi. Ancak gelişmeler, Ankara’nın kapasitesinin bu yükü taşımaya yetmeyeceğini gösterdi. Daha kötüsü, Arap isyanlarının hülyalara gark ettiği iktidar partisi, o güne kadar sürdürdüğü genelde pragmatik politikayı bir yana bırakıp ideolojik perspektifinin hayalci labirentlerine daldı. Suriye politikasında, altın değerindeki mezhepler üstü kalma ilkesi terk edildi.

        Werz ve Hoffman, hükümetin Gezi olayları sırasındaki tutumunun, Musul baskınındaki tavrının ve Kobani’nin (IŞ)İD tarafından işgali sırasındaki izlenen politikanın Obama yönetimi açısından bardağı taşıran gelişmeler olduğu kanısındalar. Çıkardıkları sonuçlardan ikisi özellikle rahatsız edici: Birincisi Türkiye’nin yürüttüğü politikaların, “işbirliği yerine stratejik tutarsızlık ve iktidarsızlık”tan malul olduğu.

        İkinci nokta daha ağır: “AKP, intikamcı ve otoriter damarının yanı sıra siyasi zekâ eksikliği de gösterdi ki bu özellikler birlikte ele alındığında, kendisini, pek değerli olmayan bir ortak haline getiriyor. Ancak marjinal önem taşıyan bir ilişki için ABD gerçekten de çok fazla şeyi sineye çekti.”

        Bunlar sonuçta Amerikan tarafının görüşleri. “Kendilerine yontuyorlar” deyip kabul etmeyiz. O halde Türkiye’nin ABD ya da neredeyse herkesle ilişkilerini bu denli kırılgan hale getiren politikaların, ülkenin ve toplumun çıkarlarına hizmet ettiğini söyleyebilmemiz gerekir.

        İktidara yakın isimlerin köşelerinde “Osmanlı şehirleri artık İran denetiminde” diye yazdıklarını düşünür, Tahran ile Washington’un bir anlaşma eşiğinde olduğunu, İran’ın Irak şehirlerini (IŞ)İD’den kurtardığını, Kürtler ile de güçlü ilişkiler kurmayı becerdiğini bilirseniz, iktidar partisinin dış politikasının hepimizin çıkarlarına hizmet ettiğini söyleyebilir misiniz gerçekten?

        Diğer Yazılar