Yeni dönem
İSRAİL Başbakanı Binyamin Netanyahu kendi siyasi kariyerini ve iktidarını korumak için ülkesini dünyadan tecrit edilme riskiyle karşı karşıya bıraktı. Ülkesindeki keskin çelişkileri ve sert kutuplaşmayı körükledi. “Eski İsrail” seçkinlerine savaş açarak onlardan nefret edenleri, eğer her şeyi kaybetmek istemiyorlarsa kendisine destek vermeleri gerektiği konusunda ikna etti. İsrail toplumunun en içe kapalı, en fazla korku besleyen, en özcü, ırkçı ve avantacı kesimiyle birlikte dünyaya (özellikle de Obama yönetimine) nanik yapıp ülkenin geleceğini ağır bir ipotek altına aldı. İsrail nüfusunun yüzde 20’sini, yani Arap vatandaşları hiçe saydığını gösterdi.
Buna karşılık İsrailli Araplar bir yandan, ülkenin başbakanının beyanlarıyla hiçe sayıldıklarını görürken, güçlerini birleştirerek siyasi sisteme ağırlık koyabileceklerini de kendilerine kanıtladılar. Bundan sonra da, İsrailli Arapların çeşitli toplumsal hareketlilikler ve direnişlerle eşit vatandaşlık haklarını savunmaları gündemdedir.
İsrail solu toplumun yeni demografik yapısına uygun bir siyaset üretememenin cezasını ödedi.
Ekonomik sıkıntıların, muazzam gelir uçurumlarının kendi başlarına bir siyasi platform oluşturamadığı, kalplere de hitap eden bir söylemin gerektiği, güvenlik duygusunun ıskalanamayacağı ortaya çıktı. Kamuoyu araştırmacıları fena halde yanıldı ve kamuoyunu yanılttılar. Siyasetin, seçimlerin kamuoyu yoklamaları üzerinden değil sokakta, mahallelerde, toplumun içinde yapılması gerektiği anlaşıldı. Tabii, insanların en ilkel duygularına hitap etmenin her zaman prim yapabildiği de...
Seçkinlerin kendi dünyalarından çıkıp gerçekten toplumsal nabzı bire bir ilişkilerle okumalarının ne denli önemli olduğu bir kez daha kanıtlandı. Bir bakıma tüm dünyada örnekleri görülen ‘yerelciler’ ile ‘evrenselciler’ arasındaki büyük kavgada birinciler bir zafer daha kazandı. Çoğulculuk, vatandaşlık üzerine kurulmuş çoğulcu demokrasi anlayışına bir darbe daha vurdu.
Seçimler bugüne dek aslında olmayan bir şeye yani “iki devletli çözüme yönelik barış sürecine” varmış muamelesi yapanların bu komikliği sürdürme imkânlarını tüketti. Bundan böyle ABD veya Avrupa’da “İsrail barış ve çözüm istiyor” demek, “Karşılarında düzgün muhatap bulamıyorlar ondan dolayı işler yürümüyor” tezini savunmak mümkün olmayacak.
Bibi’nin partisinin ve kendisinin yüzündeki tüm makyajı silmesiyle birlikte dünya ölçeğindeki ‘boykot, yatırımları çek, yaptırım uygula” hareketi güç kazanacaktır. Başka örneklerde de görüldüğü gibi bu türden hareketler en çok içerideki çözüm yanlılarına, barışçı olanlara ve evrenselci kesime zarar verecektir.
Bibi’nin seçim günü sergilediği ırkçılık ve kendi yönetiminde asla bir Filistin devleti kurulmayacağı vaadi ABD yönetimiyle ve muhtemelen Amerikan Yahudi topluluğunun önemli bir kesimiyle arasındaki ilişkileri daha da zayıflatacak. Bundan sonra Filistin-İsrail sorunuyla ilgili oylamalarda Washington’un desteğini, vetosunu otomatik olarak arkasında bulması imkânsız değilse de zordur.
İki devletli çözüm, Amerikan sistemi kadar Amerikan toplumu açısından da adil ve ulaşılması gerekli bir hedef diye kabul edilmiştir. Bunun olmayacağının söylenmesinin etkileri kanımca hafife alınamaz. İsrail açısındansa bu seçenekten vazgeçmek uzun zamandır sözü edilen “tek devletli” sonuca daha fazla yaklaşmak anlamına gelir: Ya bir işgalci güç/apartheid sistemiyle devam edilecektir ya da Filistin mandası topraklarında iki uluslu bir yeni devlet kurulacaktır.
Bu seçimlerdeki söylemin gölgesi altında İran konusunda Bibi’nin Amerikan Kongresi’nde söylemiş oldukları artık geniş kamuoyu tarafından da ciddiye alınmayacaktır. Aslında derin zaafları olan Filistin yönetimiyse diplomatik hamlelerini yapabilmek için dünyada daha olumlu bir zemin bulacaktır.