Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        İRAN’ın nükleer programının geleceği hakkında dün Lozan’da İran İslam Cumhuriyeti ve 6 ülke arasında varılan anlaşma her bakımdan tarihsel özellikler taşıyor. Dünya kamuoyuyla paylaşılanın henüz bir çerçeve anlaşma olması bu gerçeği değiştirmiyor. Kaldı ki müzakerelere kuşkuyla bakanların önemli bir kısmı da çerçevenin beklenenden daha kapsamlı olduğunu kabul etti.

        Nihai belge haziran sonunda şekillenecek ve henüz üzerinde mutabakat sağlanmamış konular ancak o zaman bir çözüm formülüne bağlanacak. Bu arada gerek İran’da gerekse ABD’de sertlik yanlıları bu anlaşmayı rayından çıkarmak için ellerinden geleni herhalde yapacak. Zaten daha ortak açıklama yapılır yapılmaz İsrail karşı duruşunu ortaya koydu. Suudi Arabistan ve müttefiki Körfez ülkelerinin de bu anlaşmadan hoşnut olduklarını söylemek mümkün değil.

        Dünya kamuoyu meseleye bir İran-ABD anlaşmazlığı diye bakıyorsa da müzakerelerde 5 ülke ve AB de vardı. Çıkarları ABD ve Avrupalı ülkelerle genelde ters düşen Rusya ve Çin, bu müzakerelere katıldı. Ortaya çıkan metni onlar da onayladı.

        İran, bu anlaşmayı imzalayarak dünya sistemiyle uyumlu bir ilişki içine girmek istediği mesajını verdi. Başkan Obama’nın anlaşmayla ilgili konuşmasının İran’da televizyondan canlı yayınlanması, bu bağlamda başlı başına devrim niteliği taşıyan bir gelişmeydi. Şehirli İranlılar dünyadan tecrit edilmekten kurtulacakları için mutlu.

        Bu anlaşmaya varılabilmesi İran’daki Ruhani yönetiminin bir başarısıdır. Bir zamanlar İran’ın nükleer müzakereciliğini de yapmış olan Ruhani ve başarılı Dışişleri Bakanı Cevat Zarif, hayli mayınlı bir yol üzerinden bu sonuca varabildi. İran’ın dini lideri Ali Hameney’in desteği olmadan böyle bu noktaya gelinmesi ise söz konusu olamazdı. ABD ile anlaşma yapmanın ‘devrim’e leke süreceğine inanan Hameney’in bu anlaşma sürecini desteklemesi ve çerçeveye de onay vermesi aslında en büyük sürprizi oluşturdu.

        Bu durumda İran toplumundaki dünyaya açılma iradesinin gücünü yabana atmamak gerektiği ortaya çıkıyor. Komşu ülkede 2009 başkanlık seçimlerinden sonra sert ve kanlı şekilde bastırılan “yeşil hareket”in gizil gücü zaten Ruhani’nin adaylığına izin verilmesinin ve seçilebilmesinin temel nedeniydi. Kısacası Devrim Muhafızları ve baskıcı rejimden çıkarları olan tüm çevrelerin iradesine rağmen İran toplumunun talepleri göz ardı edilemiyor.

        Bu anlaşma Başkan Obama açısından da büyük bir başarı sayılmalıdır. Obama savaşa başvurmak zorunda kalmadan, Çin ile Rusya gibi iki hasmını, Avrupa ülkelerini ambargo rejimine ikna edip diplomatik- ekonomik baskıyı ustaca kullandı.

        Müzakerelerde rasyonel ve bir bakıma munis davranan İran, aynı zamanda Ortadoğu bölgesindeki şiddetin ve toplumları hallaç pamuğu gibi atan mezhepçi çatışmaların insafsız mimarlarından birisi. Önümüzdeki sorulardan biri, nükleer anlaşma yapıldıktan sonra İran’ın tavrının değişip değişmeyeceğidir. İkinci soru ise bu anlaşmanın Tahran ile Washington arasında 1970’lere benzer yakın bir ilişkinin önünü açıp açmayacağıdır. Bir diğer soruysa İran’ın dünya ile normal ilişkiler kurmasının akabinde bölgede Suud liderliğindeki Arap cephesiyle İsrail’in genel bir bölgesel güç paylaşımı müzakeresine nasıl bakacaklarıdır.

        Atılan bu adımın ve haziran sonunda detaylanması beklenen anlaşmanın Türkiye açısından da önemli sonuçları olacaktır. Bunların en başında, ekonomik açıdan İran’ın açılmasından Türkiye ekonomisinin kısa vadede yararlanacak olması gelir. Buna karşılık Türkiye’nin stratejik rant toplama imkânları giderek daralacaktır. Son 4 yılda elindeki tüm kozları şuursuzca harcayan Ankara, gelişmelere doğru teşhis koyamadı. Kör bir inatla siyasetini değiştirmedi; Suudi Arabistan’ın dümen suyuna girdi.

        Bu doğrultuda devam etmenin ülkenin ve insanlarının çıkarlarına zarar vereceği herhalde bundan sonra daha iyi anlaşılacaktır.

        Musevi okurların Pesah bayramını kutlarım.

        Diğer Yazılar