İlter Hoca
Yurtiçinde veya dışında televizyonlara ve gazetelere bakıp yüreğinizi ferahlatmak pek kolay değil. Hemen her gün dünyanın bir yanından envai çeşit felaket haberi geliyor. Çivisi çıkmış bir dünyada, özellikle Türkiye’nin çevresinde düzenin nasıl yeniden tutturulabileceği hemen herkesi meşgul ediyor.
Bu geniş kapsamlı gelişmelerin yanında geleceğin dünyasını kurmaya yönelik önemli çalışmalar da yapılıyor. Japonlar güneş panellerinin ürettiği elektrik enerjisini dünyaya kablosuz olarak aktarmanın yolunu arıyor örneğin. 2040 yılında bu çalışmalar sonuç verdiğinde bugünden kavramamız mümkün olmayacak bir dünya şekilleniyor olacak.
Bu arada ABD, tıpkı 1970’lerde olduğu gibi, kilitlenmiş siyasetine rağmen, ekonomisini yeniden kurgulamaya başlıyor. Milli gelirdeki payı bir ara yüzde 11’e kadar düşmüş imalat sanayiinin payını yüzde 15’e çıkarıyor. Bir zamanlar ucuz işçilik peşinde Çin gibi ülkelere yatırım yapan Amerikan sermayesi geri dönüyor. Yeni teknolojilerle tahkim edilerek, işgücünü yeniden eğitmenin formüllerini üreterek 21. yüzyıl ekonomisinde de başat rol oynayacak hale geliyor.
Tüm bunlar Türkiye’nin halihazırdaki gerçekliğine taban tabana zıt gelişmeler. Ülke, geleceğini ipotek altına alan bir rotada ilerliyor. Temel eğitim dökülüyor. Bugünkü iktidara kitle desteğini sağlayan daha yoksul kesimlerin çocukları, eşitsizliklerini tekrar üretecek bir eğitim felsefesine, bilimden uzak bir eğitim programına mahkûm ediliyor.
Pıtırdak gibi açılan üniversitelerin çoğunun dünyanın bugünkü dinamiklerinden ne ölçüde haberdar olduğu kuşkulu. Öğretim üyelerinin önemli bir kesimi çağı yakalayabilecek dil donanımından, enerjiden, kavramsal yeterlilikten uzak.
Tüm bunları yazmamın bir nedeni; kendisiyle aynı bölümde çalışmayı, dostluğundan yararlanmış, efendiliğinden feyz almış olmayı yaşantımın en büyük nimetlerinden biri diye gördüğüm Profesör İlter Turan’ın bir söyleşide söyledikleri. Enerjisiyle, bilim merakıyla, üretme kapasitesiyle kendinden genç pek çok bilim insanını yaya bırakacak olan İlter Bey, 2 hafta önce emeritus profesör unvanını aldı. Türkçe’siyle yarı emekli kategorisine geçti. Gerçi İlter Bey’in emekliliği pek çoklarının normal çalışma hayatından daha hareketli geçecektir; ona şüphem yok.
Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden arkadaşlar bu vesileyle, “Siyasetin Bilimi” başlığıyla çıkan ve değerli makaleler içeren bir armağan kitabı yayına hazırladılar. Bu kitaptaki söyleşisinde, İlter Bey, üniversitelerin genel durumu hakkında konuşurken, herhalde içinde derin bir sızıyla “Mediokrite, sisteme hâkim olma temayülündedir. Bunun kırılması lazımdır... Bunu kırmamız lazım yoksa son derece vasata giden bir akademik ortam içindeyiz” tespitini yapıyor. Buna herkesin ama başta, dünya ekonomisi bambaşka âlemlere yelken açarken rekabetçi olamama riskiyle karşı karşıya olan Türkiye şirketlerinin kulak vermesi gerekir.
İlter Bey, bizim alanımızın Türkiye’deki kurucu isimlerinin başında gelenlerdendir. Konuşmaları ve yazdıkları zaten bilinir. Pek çoğumuzun zihnini hoca veya dost ya da hasbıhal arkadaşı olarak açmıştır. Ama İlter Bey’in önemi ve değeri akademik çalışmasıyla ve ürettikleriyle sınırlı değildir. Genç meslektaşlarına değer vermesi, Türkiye gibi bir ülkede hiyerarşi ve kıdem takıntılarına kapılmadan onlara yardımcı olmayı düstur bellemesi, önlerini açmasıdır onu sıra dışı kılan.
Bunun da ötesinde, en zor konuların bile nasıl ele alınabileceği, en ağır lafların muhataplara nasıl bir dil kıvraklığı ve onları ezecek bir zarafetle söylenebileceği konusunda ayaklı bir kurs gibidir.
İlter Turan fakültesinin tornasından geçmiş bir öğrencisi olarak kendisine şükranlarımı sunuyorum.
Hristiyan okurların Paskalya bayramını kutlarım.