Sisi delmek için
YAŞADIĞIMIZ hayli karanlık, kaygı verici günler bittikten sonra pek çok soruyu sormak, toplum olarak çeşitli muhasebeler yapmak gerekecek. 7 Haziran seçimleri, giderek herkesin çok daha keskin şekilde anladığı gibi, çok partili dönemin en önemli seçimlerinden birisi. Bu ülkenin hangi yolda ilerleyeceği, nasıl bir rejime sahip olacağı bu seçimlerin sonuçlarına göre belirlenecek. 1950’de yapılan ilk serbest seçimlerden 65 yıl sonra demokrasi olmayı becerip beceremeyeceğimizi de anlayacağız.
Müthiş bir iktidar kaymasına tanıklık ettiğimiz, siyasal iktidarın toplumsal tabanının köklü bir şekilde değiştiği 12 yıllık bir dönem sona eriyor. Bu dönemin sonunda toplumun tüm kesimlerinin vatandaş olarak daha özgür ve devlet karşısında korumalı bir konumda olduklarını söylemek mümkün değil. Halbuki işin başında beklenti bu yönde değildi. Bu toplumun ve ülke idaresinin, gene beklentilerin aksine, daha adil olduğunu söylemek de zor.
Bugün duruşması yapılacak Soma maden katliamının ve benzeri olayların gösterdiği üzere altta kalana kimsenin acımadığı bir toplum haline de geldik. Görüntüde çok ahlaklı olanların yönetiminde toplumun ahlaki şakulünün düzelemeyecek şekilde kaydığına tanıklık ettik. Vicdanlar korku nedeniyle veya çıkarların bozulmasına izin vermemek adına kilit altına alındı. Sanırım hiçbir toplum bu denli derin ve yoğun bir ahlaki düşüşün yükünü uzun zaman taşıyamaz.
7 Haziran seçimlerine giderken, gene bir haziran günü, kanlı 1 Mayıs mitinginin gölgesinde gerçekleşen 1977 seçimlerini anımsatan bir iklim hâkim ülkeye. O seçimin kampanya dönemine rahmet okutacak bir provokasyon ve şiddet döneminden geçeceğimize dair emareler çoğalıyor. Seçimlerin adil olmayacağını, iktidar ve muhalefet partilerinin eşit şartlarda mücadele edemeyeceklerini zaten görüyoruz. Seçimlerin yapılmasına kadar geçecek sürede ne tür sürprizlerin toplumu beklediğini kestirmek kolay değil.
Daha aday listeleri açıklanmadan yaşanan Çağlayan Adliyesi’ndeki terör eylemi gelecek karanlık ve puslu günlerin bir habercisiydi. Berkin Elvan davası gibi kritik bir davada görevini hakkıyla yapmakta olduğu anlaşılan bir savcının şehadetiyle sonuçlanan bu feci olayın henüz tüm tafsilatını bilmiyoruz. Sorgulanması gereken, aydınlatılmaya muhtaç pek çok unsurun varlığından ise eminiz.
Ağrı olayı ve bu olay hakkındaki çelişkili açıklamalar seçimlere kadar geçecek yedi haftanın ne denli ürkütücü olabileceğiyle ilgili bir fikir verdi. İktidar partisinin ne pahasına olursa olsun seçimi kazanma ihtirası ya da iktidarı kaybetme korkusu bariz. Bu ve başkanlık seçimine gitmenin yolunun bir şekilde bulunması gerektiği takıntısının ne tür felaketlere yol açabileceğinin provasıydı Ağrı. Daha doğrusu bu uğurda nelerin göze alınabileceğinin. Bu yüzden o olayla ilgili tüm detayları bilmek, neyin yaşandığını hiçbir kuşkuya mahal bırakmayacak şekilde açığa çıkarmak gerekiyor.
İktidar partisinin ne pahasına olursa olsun HDP’yi baraj altında bırakmak istediği ortada. Böyle bir sonucun, günümüz şartlarında Türkiye’de topluma ödeteceği ağır bedeli şimdilik bir tarafa bırakalım. Bu bağlamda HDP’nin Meclis’e girmesinin neden önem taşıdığını bir kez daha tekrarlamakta yarar var. Türkiye’deki siyasi yelpazenin tüm unsurlarının Meclis çatısı altında temsil edilmesi ülkenin demokratikleşme, ve idari reform meselelerinin barışçı ve sivil bir yöntemle çözülmesinin anahtarıdır.
HDP parti olarak Meclis’e girdiği takdirde siyasi sistemdeki güç dağılımı bir nebze daha eşit ve adil olabilecektir. Dolayısıyla iktidar tekelleşmesinin daha da yoğunlaşmasının önüne geçebilmek için bir fırsat çıkacaktır. Bunun yanısıra Kürt siyasi hareketinin meşrulaşması kendi deyimleriyle Türkiyelileşmesi yolunda da önemli bir eşik geçilmiş olacaktır.