Diplomasiyi ıskalarsanız
BERLİN
İKİ gün sonra Alman Parlamentosu 1915’de Osmanlı Ermenilerinin yaşadıklarının soykırım sayılması konusunda bir oylamaya gidecek. Aynı gün Başkan Obama’nın her yıl 24 Nisan’da yayınlanan Başkanlık mesajında kişisel inancı yönünde mi yoksa siyasetin gerekleri doğrultusunda mı hareket edeceğini de anlamış olacağız. Yani Başkan, Türkiye-ABD ilişkilerini krize sokmamak amacıyla bir kez daha soykırım olduğuna inandığı bu olaylar hakkında Meds Yeghern (büyük felaket/suç) mi diyecek?
Alman Meclisi Bundestag’ın Dışilişkiler Komisyonu üyesi bir Yeşil siyasetçi cuma günkü oylamayla ilgili olarak partilerinin zaten bu işin peşinde olduğunu söyledi. Ona göre 1915’te yaşananlarda Almanya en hafifinden dolaylı suç ortağıydı.
20. yüzyılın ilk soykırımını da bugünkü Namibya’da Herero ve Namalara karşı Almanya’nın yaptığına inandığından, tüm bu sicilin ortaya çıkmasını ve tarihin bu kara sayfalarıyla ülkesinin yüzleşmesini istiyordu. Başbakan Merkel ve Dışişleri Bakanı Steinmeier’in de soykırım sözcüğünü kullanmış olmalarını ise Cumhurbaşkanı Joachim Gauck’un konu hakkında yapacağı konuşmaya bağladı. Gauck’un sözünü sakınmayacağını bilen bu siyasetçiler ondan önce adım atmayı yeğlemişlerdi.
Alman Cumhurbaşkanı Türkiye ziyareti sırasında ODTÜ’de yaptığı konuşmada hukukun üstünlüğü ilkesinin zedelenmesinden, ifade özgürlüğünün kısıtlanmasından, Twitter yasağından bahsederek Türkiye’deki demokrasi eksikliğini eleştirmişti.
Alman Cumhurbaşkanı’na bu sözleri nedeniyle dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan hayli ağır ve diplomatik üslubun dışında bir sertlikle tepki göstermişti. Dünya liderleriyle ilişkileri makul düzeylerde tutmamanın da tabii bir bedeli oluyor. Herkese kafa tutup, ilişkileri her boyutta gerdiğinizde ya da sertleştirdiğinizde sizin için önemli konularda karşınızdakiler size karşı bilenmiş oluyor ve belki de zaaf anlarınızı kolluyorlar. Ülkenin içindeki gelişmeler de dış kamuoyuna söylenenlerin etkisini sıfırlıyor.
Ermenilere yönelik saldırganlık ve aşağılamaya müdahale etmeyen bir yargı, Ermeni olmayı hakaret telakki eden bir siyasi/toplumsal kültür, bunun siyaset alanında sürekli yeniden üretilmesi 1915 ile ilgili tüm uhrevi sözcükleri hükümsüz kılıyor. Ermeni olduğu için öldürülen Hrant Dink cinayetinin devlet içindeki faillerini ortaya çıkarmamak için elinizden gelen her şeyi yaptığınızda da geçmişle ilgili sarf ettiğiniz sözlerin hükmü kalmıyor.
Nitekim Başbakan Ahmet Davutoğlu önceki gün önemli açıklamalar yaptı. Dünya Ermenilerinin soykırımı anma tarihleri olan 24 Nisan’da Patrikhane’de ayin yapılması gibi bir adım atılacak. Yazık ki Türkiye’nin içindeki iklim, 1915’te yaşanan facianın tartışılma biçimi bu sözlerin etkisini hafifletiyor. Ermenilerin “büyük felaketi” salt sayılara indirgeniyor. Anadolu’nun asli unsuru kadim bir halkın yok edilmiş olmasının insani boyutu, bundan duyulması gereken vicdani sızı, üzüntü, bir kültürün yok edilmesinin acısı yok ortada. Bu arınmayı becerememenin ahlaki maiyetini de düşünmüyor toplum. Sadece kısas mantığı hüküm sürüyor. Türkiye’de yaşayan Ermenilerin duygularına, tedirginliklerine yönelik bir duyarlılıktan ise eser yok.
Halbuki Türkiye-Ermenistan yakınlaşmasının diplomatik mimarı emekli Büyükelçi Ünal Çeviköz’ün Cansu Çamlıbel’e söylediği gibi, “Ülkemizin vatandaşı olan Ermeni yurttaşlarımıza karşı bir borcumuz var. Türkiye’de hep 1915 olaylarından etkilenen Ermenilerin sadece diasporada yaşadığı zannedilir. Türkiye’de yaşayan kendi yurttaşlarımız arasında da 1915 olaylarından etkilenmiş olanlar vardır. Onlar bugün seslerini çıkaramadıkları için bu duyulmamakta. Ama onlara ve onların tarihlerine, onların atalarına karşı bizim bir vicdan borcumuz var. Kendi Ermeni yurttaşlarımıza karşı ciddi bir vicdan borcumuz var.”