Bir devir bitiyor
BİR ara Türkiye’de Birleşik Krallık’tan bahsederken “Britanya mı İngiltere mi demeliyiz?” tartışması vardı. Ağız alışkanlığıyla da zaten hep “İngiltere” deniliyordu. Ne var ki perşembe günü yapılan ve tüm kamuoyu yoklama şirketlerini rezil-i rüsva eden seçim sonuçlarının ardından artık bu üçlüden hangisinin kullanılacağına daha fazla dikkat etmek gerekecek. Zira İskoçya’da İskoç Ulusal Partisi’nin (SNP) ezici zaferi ve İngiltere’de İskoçya antipatisinden beslenen İngiliz milliyetçiliğinin yükselmesi, birliğin geleceğini tehlikeye sokuyor. Birleşik Krallık bugünkü haliyle kalamayabilir.
İşçi Partisi’ni ve koalisyon ortağı Liberal Demokratları ezip geçen, yabancı düşmanı Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi’ne (UKİP) aldığı yüksek oya rağmen yalnızca tek milletvekilliği veren seçimler, Muhafazakârları tek başına iktidara getirdi. Ancak Muhafazakârlar da ancak seçmenin yaklaşık üçte birinden biraz fazlasının oyuyla (yüzde 36.9) çoğunluğu elde etti. Dolayısıyla seçimlerin ilk sonucu, iki partili bir siyasi tabloya göre şekillenmiş yerleşik seçim sisteminin meşruiyetinin iyice zayıflamasıydı. Tıpkı Türkiye’de barajın yarattığına benzer bir adaletsizlikle, milyonlarca seçmenin oyu boşa gitmiş oldu.
En ağır yenilgiyi, bundan böyle işlevsiz kalan Liberal Demokratlar aldı. Partinin siyasi bir geleceğinin kalmadığı anlaşılıyor. Son güne kadar tek başına iktidara geleceğini uman İşçi Partisi’nin de ciddi bir silkelenmeye ihtiyacı var. Ağabeyine ihanet ederek partinin başına gelen Ed Miliband, sonuçta seçmene güven veremedi. Ahlaklı bir tutumla, seçimden başarısız çıkan diğer iki partinin liderleri gibi o da istifa etti ancak yerine geçecek bir aday da yok. İşçi Partisi’nin en güçlü isimleri, özellikle partinin bugüne kadarki oy deposu İskoçya’dan seçilenler yenilerek parlamento dışında kaldı.
İşçi Partisi’nin dertleri bununla da bitmiyor. Başbakan David Cameron’un İşçi Partisi’nin ekonomiyi yönetemeyeceği mesajı, gelir eşitsizliğinden ve gelirlerin artmamasından mustarip seçmen indinde bile yankı buldu. Bundan daha vahim olanıysa Londra’yı çevreleyen Güney İngiltere’ye göre daha kötü ekonomik koşullara sahip Kuzey İngiltere’de ve Galler’de UKİP’in oylarının yükselmesiydi. Kıta Avrupa’sında tanık olunduğu gibi istihdam imkânları daralan, gelirden aldığı pay düşen ve geleceğini parlak görmeyen işçi sınıfı mensuplarının, yabancı düşmanı, Avrupa karşıtı bu popülist partiye kaymaya başladığı anlaşılıyor.
Geçen eylül ayında yapılan bağımsızlık referandumunda istediğini bulamayan İskoç milliyetçileri, bugüne dek İşçi Partisi’ne giden oyları toplayarak 56 milletvekiliyle parlamentoya girdi. İskoçlar zaten Londra’nın temsil ettiği, finans sermayesinin çıkarlarını kollayan, refah devletini iğdiş etmeye odaklanmış Muhafazakâr programdan nefret ediyor. Sağlam temelli sosyal demokrat bir platform ve daha fazla bölgesel özerklik onlar açısından büyük önem taşıyor. Cameron’un bu talepleri karşılayıp karşılamayacağı Britanya’nın geleceğini belirleyecek.
Sonucu beklenen ikinci tercih Britanya’nın AB ile ilişkisi. Cameron 2017’den önce AB’de kalıp kalmamayı referanduma götürme sözü vermişti. Bu seçim sonuçları referandumdan “Kalmayalım” sonucu çıkma ihtimalini de güçlendirdi. AB’nin Britanya olmadan dağılma tehdidiyle bile karşılaşabilir. Ne var ki İngiliz Muhafazakârlarının bütün iddialarına rağmen İngiltere/Britanya da bugünün dünyasında kendi başına esamisi okunacak bir ülke değil.
Savunma harcamalarını kısmış, dışişleri bakanlığını küçültmüş, devleti fakirleşmiş bir Britanya’nın artık küresel güç olmadığı ortada. ABD’yi en çok kaygılandıran gelişmelerden birisi de zaten buydu. Yani İngiliz imparatorluğu, 100 yılı aşkın bir düşüşün ardından küresel politikada kendi başına stratejik bir aktör olmaktan çıktı. AB tıpkı Fransa gibi Britanya’ya da söz sahibi olma imkânı veriyor.
Bakalım Muhafazakârların sağ kanadı bunu idrak edecek mi?