Şikâyetinizin ve oyunuzun takipçisi olun
BUGÜN itibarıyla seçimlere iki hafta kaldı. Herkes bu seçimlerin ülke tarihinin önemli dönüm noktalarından birini teşkil edeceğinde hemfikir. Kimilerine göre Türkiye’deki ilk açık, adil ve serbest seçimin yapıldığı ve Demokrat Parti’yi iktidara getiren 14 Mayıs 1950 seçimleriyle eşdeğer önemde.
İsmet İnönü bir skandal sayılması gereken 1946 seçimlerinden sonra (oylar açık verilmiş sayım kapalı yapılmıştır!) 1950 seçimlerini dürüstçe yaptırmış, sonuçlarını da kendisine darbe teklif eden yüksek rütbeli subaylara rağmen kabul etmişti. Seçimleri kaybetmesinin ardından söylediği “Benim en büyük mağlubiyetim en büyük zaferimdir” sözü, bugünlerde ikinci Cumhurbaşkanı hakkında atıp tutanların kulağına küpe olması gereken bir demokratik olgunluk ve kişisel kendine güven nişanesidir.
1950 yılından beri Türkiye’deki çok partili sistemin tüm iniş çıkışlarına rağmen bir konuda sistem her sınavından yüz akıyla çıktı: Seçimleri açık, olabildiğince serbest, adil ve dürüst yapmayı becerdi. 1977’nin kanlı ve sonradan öğrendiğimiz gibi ülkeyi karanlığa sürükleyerek darbe ortamı hazırlamaya çalışanların gemi azıya aldığı ortamında bile seçim işi doğru dürüst yapıldı. Darbe rejimleri kampanyaları ne denli kısıtladılarsa, kendi tercihlerini millete dayatmak için olmadık yöntemlere başvurdularsa da seçim sonuçlarına hile karıştırmadılar.
1961 seçiminde Demokrat Parti’nin devamı olan iki parti Yeni Türkiye Partisi ve Adalet Partisi tüm kısıtlara rağmen DP’nin oyunu paylaştılar. Turgut Özal’ın ANAP’ı 1983 seçimlerinde cuntanın başı Kenan Evren’in seçimden önceki aleyhte uyarısına rağmen sandıktan muzaffer çıktı. Tüm bunların ışığında seçimlerin Türkiye’nin eksikli demokrasisinin en uzun soluklu ve sağlam kurumu olduğunu söyleyebiliriz.
Geçen yıl yerel seçimlerde Ankara ve Üsküdar gibi önemli iki merkezde seçim sonuçlarının tartışmalı olmanın ötesinde lekeli görülmesi, basiretsiz anamuhalefet partisi örgütlerinin bu iki seçimde sandığa sahip çıkmamaları seçim kurumuna yönelik güveni sarstı. Öyle ki dün Kayseri’ye yaptığı ziyaret sırasında sabık Cumhurbaşkanı Abdullah Gül şu sözleri söylemek durumunda kalmış: “Türkiye’de çok seçimler oldu, çok şükür ki, 1950’den beri yapılan seçimlerin hiçbirine şaibe düşmedi. Eminim ki bu seçim de en güzel şekilde olacaktır. Açık, şeffaf, uluslararası örgütlere her zaman açık.”
Profesör Ali Çarkoğlu’nun, S.Erdem Aytaç ile birlikte yaptığı “Demokrasiden Memnuniyet ve Seçimler Adil Olacak mı?” araştırması bu sarsıntıyı sayısal olarak da önümüze koyuyor: 2007’de seçmenin yüzde 28’i, 2011’de yüzde 30’u “Seçimler adil olmayacak” demişken bu yıl bu oran yüzde 43’e çıkmış. Bu yıl seçmenlerin yüzde 46’sı da sayımın doğru yapılmayacağına inanıyor.
İstatistikler, bu yıl, 54 milyon seçmen arasındaki 23 milyonu aşkın kişinin seçimlerin adil olmayacağına, 25 milyon kişinin ise sayımın doğru yapılmayacağına inandığına işaret ediyor. Seçim kurumunun üzerine bu gölgeyi düşürmemek gerekir.
Oy ve ötesi bu konuda çalışan ve seçimlerin düzgün, sayımların dürüst yapılmasını sağlamak üzere örgütlenmiş bir sivil girişim. Toplam 184 bin sandığın 106 bininde gözetmen bulunduracaklar. Türkiye Tutanak Teyit Sistemi diye bir sistem oluşturmuşlar. Gönüllülerin yardımıyla özerk bir sayım kontrol mekanizması kurmuş olacaklar. Bu işin altından kalkmaları için 120 bin gönüllüye ihtiyaçları var.
Şu ana kadar 30 binin biraz üzerinde gönüllü başvurmuş. Yani “her şeyden şikâyet edip hiçbir konuda elini taşın altına sokmayanlar ülkesinde (adı Türkiye galiba) seçim adil olmaz diyen 20 ya da sonuçlar doğru sayılmayacak diyen 21 milyon kişinin yalnızca BİNDE 1.5’i (yazıyla bir buçuğu) gönüllü olmuş. Hicap duyulacak bir oran.
Bu yazının sonunu okuyunca, aklınıza “Ele verir talkını kendi yutar salkımı” özdeyişi geliyorsa, seçim günü Seyrantepe İlköğretim Okulu’na bekleriz efendim.