Güçlünün ve devrimcilik oynayanların günahları
Pazar günü Yunanistan’da yapılacak referandumun tarihi önemde olduğu konusunda hemen herkes mutabık. Mutabakat neredeyse bu noktada başladığı gibi bitiyor. İşlerin bu raddeye gelmesinde kimin daha sorumlu olduğundan, Yunanistan’ın borçlarını ödeyememesinin tüm sonuçlarının neler olacağına kadar bir dizi konuda aklı başında insanlar farklı tutumları, tavırları ve yargıları benimsiyorlar.
Hayır isteyenlerin en çok başvurdukları gerekçe AB’nin ve özellikle de Almanya’nın Yunan halkını fakirliğe mahkûm edecek, ekonomiyi daraltan istikrar politikalarında ısrar etmesi. Bu durumda sanayisi kalmamış, büyümesi neredeyse imkânsız olan, beş yılın sonunda ekonomisi neredeyse dörtte bir oranında küçülmüş Yunanistan’ın başka çaresi yok deniyor.
Uğur Gürses’in “Yavaşlatılmış tren kazasının son sahnesi” başlıklı yazısında gösterdiği gibi yaşanan krizde çok rahatsız edici şöyle bir boyut var. 2008 krizi ABD’de patladığında hastalıklı kredileri veren finans kuruluşları kurtarılmış, sıradan insanlar okkanın altına itilmişti. Özel borç kamusallaştırılmıştı.
Avrupa’da da benzeri gerçekleşti. Kriz patladığında, Gürses’in rakamlarına göre Yunanistan’ın bankalara borcu 253 milyar dolarmış. Bunun 76 milyarı Fransız, 38 milyarı ise Alman bankalarınaymış. Bugün itibarıyla bu borçlar 1.6 ve 13 milyar dolara gerilemiş. Yunanistan’a verilen kamu paralarıyla özel borçlar silindi, bankalar kurtarıldı. Yükü IMF ile AB, daha doğrusu AB ülkelerinin vergi mükellefleri yüklendi.
Yunanistan’a dayatılan, korumasız insanları süründüren cezalandırıcı programı da bu bağlamda değerlendirmek ve yargılamak gerekiyor. Doğrudur daha fazla kemer sıkmayla Yunanistan’ın bir yere varabilmesi mümkün değil. Bu durumda Yunanistan’ı yönetme iddiasıyla seçimlere girip, her şeyi yüzlerine gözlerine bulaştırdıktan sonra kahramanlık menkıbeleriyle durumlarını kurtarmak isteyenlerin haklılığına iman edebiliriz.
Ne var ki ortada soyut Yunanistan veya Yunan halkının ötesinde bir gerçeklik var, 35 yıldır Yunanistan’ı yöneten sağcı, solcu tüm hükümetler inanılması güç bir yolsuzluk çarkını işletmişler. Yunan oligarkları vergi ödememişler. Kendi toplumlarına yönelik hiç bir sorumluluk, yükümlülük taşımamışlar.
İstihdamının yüzde 25’i kamu sektöründe olan bir ülkede burada çalışanlar düpedüz imtiyazlı bir kesim haline gelmiş. Nitekim Syriza’nın programlarında kamu çalışanları korunurken, özel sektör çalışanları silindirin altına atılıveriyor. Aynı Syriza Yunan zenginlerini zapturapt altına alma konusunda da mevzi kazanabilmiş değil.
Beş ayın sonunda gelinen nokta bana göre şöyle: AB’nin büyüklerinin bu durumda affedilemeyecek bir payı var. Ancak iktidar partisi ve onun ergen devrimciliğiyle malul, yüksek orta sınıftan liderleriyle, dünyadan bihaber eski tüfeklerinin sorumsuzluğu da geçiştirilemez. Unutulmasın ki Yunanistan gibi zorlanmış ülkelerin siyasetçileri ve kamuoyları bile Syriza küstahlığı neticesinde Yunanistan’a karşı bilendiler.
Yunanistan’ın değerli solcu eski akademisyenlerinden Spyros Sofos, “Neden evet oyu vereceğim” başlıklı yazısında (https://www. opendemocracy.net/can-europe-make-it/spyros- sofos/why-i-will-be-voting-yes-in-sunday’s- greek-referendum) AB’nin günahlarını sıraladıktan sonra Syriza’nın ülkesine verdiği hasarın da bilançosunu çıkarıyor.
Yunanistan seçmeni Syriza’yı birbiriyle çelişen iki hedefe varılsın diye seçti. Hem Euro’da kalınacak hem de insanları kahreden kemer sıkma politikalarına son verilecekti. Euro’dan çıkmak isteselerdi zaten Altın Şafak’a oy verebilirlerdi.
Bu bağlamda, hayır kazanırsa Tsipras kendi beceriksizliğinin bedelini Yunan halkına ödetecek. Tıpkı kendinden öncekiler gibi parti çıkarını toplumun genel çıkarının önüne koymuş, ikinci sınıf bir politikacı olarak tarihe geçecektir.