Yunanistan ve İran arasında
Berlin-Madrid
Bir gün arayla Türkiye’nin Batı ve Doğu komşuları can alıcı anlaşmalara imza attılar. Her iki anlaşmanın sonunda da Türkiye’nin yakın ve yoğun ilişki içinde olduğu iki bölgede de bugüne dek alıştığımızdan farklı gelişmelere hazır olmak gerekecektir. Yunanistan anlaşması, yalnızca ekonomik anlamda küçük ve siyaseten hayli yalnız ülkenin geleceği açısından değil Avrupa projesinin geleceği açısından da bir dönüm noktası diye kabul edilebilir.
Yunanistan, kendisine dayatılan kemer sıkma politikalarına ezici çoğunlukla “Hayır” dedikten sonra, başbakanı Tsipras’ın zorla imzalamak durumunda kaldığı bir anlaşmayla daha ağır şartlarda bir kemer sıkma paketine razı oldu. Önümüzdeki dönemde Yunan toplumunun daha düşük bir refah seviyesinde yaşayacağına şüphe yok. Her ne kadar bugün için Avrupa Birliği’nden çıkma dürtüsü güçlü değilse bile genç nesillerin umutları söndükçe bu ruh hali de değişecektir.
Daha şimdiden bu kriz sırasında 200 bin insanın göç ettiği ülkeden, bir yerlere kapağı atma becerisine sahip olanlar herhalde kaçacaktır. Bunun ötesinde Yunanistan krizinde tarafların aldıkları tavır, toplumların birbirilerine bakışı, güçlü ile güçsüz ortak arasındaki ilişkinin eşitsizliği Avrupa projesinin temelden gözden geçirilmesini de gündeme getirdi.
Bulgar düşünür Ivan Krastev’in alarma sürükleme amacı güden tespitiyle, “Avrupalı liderler birliği ayakta tuttukları için kendilerini kutlayabilirler. Ancak Yunanistan’ı ekonomik olarak kurtarırken siyaseten kaybetmenin anlamı, AB’nin umut ve ilhamla süregelen bir proje olmaktan çıkıp ortak korkular ve kafa karışıklığı sayesinde ayakta kalabilen bir projeye dönüşmesidir”.
Hafta başında imzalanan anlaşmayla krizin şimdilik atlatılmasının ardından başka bir düzleme geçildiğini Berlin’de de Madrid’de de gözlemlemek mümkün. Soru bir bakıma kendine rağmen AB’nin siyasal liderliğini de üstlenmek zorunda kalan Almanya’nın artık tedavülden kalkması gereken bir AB modelinin yerine koyabileceği 21. yüzyıla uygun yeni bir model vizyonuna sahip olup olmadığı.
Yeni bir vizyon aynı zamanda AB’nin dünya siyasetinde de ekonomik ağırlığına uygun bir işlev yüklenip yüklenmeyeceği meselesini gündeme getiriyor. İran ile imzalanan ve hem AB’nin hem 3 AB üyesinin taraf olduğu anlaşmanın ardından gelen tartışmalar biraz da bu sorunun cevabını aramayla ilgili.
Zaten kaybedilmiş bir dava gözüyle bakılan Yunanistan’ın serencamı giderek daha az ilgi çekerken dünyanın dikkati artan ölçüde Türkiye’nin doğu komşusuna odaklanacak. Başkan Obama, İran ile imzalanan anlaşmayı tartışırken bunun nükleer programla sınırlı olduğunu defalarca tekrarladı. Mümkün olan en sıkı denetim sistemini oluşturduklarını ısrarla savundu. Uzmanlar bu konuda önümüzdeki günler ve haftalarda fikirlerini paylaşacaklardır. Şimdilik görülebilen kongredeki muhalefetin bu anlaşmanın yürürlüğe girmesini engelleyemeyeceğidir.
Yapılan anlaşmayı yürekten destekleyenler de dahil olmak üzere hemen hiç kimse, ki bunlara Türkiye’nin en deneyimli diplomatları da dahil, bu anlaşma nedeniyle Tahran’ın bölgedeki sorunlara yönelik tavrını değiştirmesini beklemiyor. Tersine üzerine gelebilecek Amerikan-İsrail-Sünni Arap taaruzuna karşı gücünü tahkim etmek isteyecektir. Ancak İran’ın dünya sistemi içinde normalleşmesi ve ekonomisinin dünya pazarlarına açılmasının tam etkisinin ne olabileceğini de kimse tam kestiremiyor.
İran’ın halihazırdaki gücü, aslında bir yandan ABD’nin Irak savaşının, diğer yandan da bölgedeki diğer ülkelerin müthiş zayıflıklarından kaynaklanıyor. ABD’nin İran hamlesi, bu nedenle Arap ülkelerine kendilerine çekidüzen vermeleri gerektiğini hatırlatan bir uyarı diye de okunabilir.
Türkiye’nin yeni dış politikası Batı’da ve Doğu’da/Güney’de böyle bir altüst oluş ortamında şekillendirilmek zorundadır.
Okurlara mutlu bayramlar dilerim.