Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        - Madrid-Berlin

        Olayları yalnızca manşetlerden değerlendirince ortaya çıkan Avrupa tablosu insanın içini karartıyor. Yunanistan krizinin çözülüş şekli kuşkusuz AB içinde var olması gereken, ya da var olduğu iddia edilen dayanışma-sorumluluk dengesinin ilk ayağının kırık olduğunu gösterdi. AB’nin yaşadığı derin ve neredeyse umarsız gözüken kurumsal krizin aşılması için liderlik bekleyenler de Almanya’nın bu rolü ne ölçüde kıvıracağı konusunda derin endişelere gark oldular.

        Şansölye Merkel’in ya da Maliye Bakanı Schauble’nin şahsında Almanya’nın kıtanın siyasi liderliğini yapabilmek için gereken en değerli unsurlardan birinden yoksun olduğu iyice ortaya çıktı. Almanya bu siyasi projenin önderliğini taşıyabilmek için gereken disiplin-esneklik ya da siyasi gereklilik-insani boyut dengelerini bugünkü haliyle kurabilecek bir ülkeye benzemiyor. Bu yetersizlik toplumunun şartlanmasından mıdır, siyasi kültürünün eksikliğinden mi sorusu da bu nedenle gündemdedir.

        Bu durumda AB’nin kendini dönüştürüp yeniden ümit aşılayan bir proje haline gelmesi Almanya dışındaki üyelerin güçlenmesini gerektiriyor. Bu güçlenme yalnızca ekonomik düzlemle sınırlı da kalamaz. Aynı zamanda diğer ülkelerin siyasetlerinde yeni bir güç kaynağı, bir enerji bulunabilmesi gerekecek. Hemen tüm ülkelerde, çürüyen siyasetin onarılması gerekiyor. Eğer bu onarım enerjisi yalnızca aşırı sağdan gelecek olursa geleceğin Avrupa’sının pek de özenilecek hali kalmayacak.

        Tembel, ev ödevini yapmamış, gerçeklerle bağsızlığını ilkeli olmak gibi pazarlayan SyrIza’nın kötü örneği soldan gelecek enerjinin çok daha yaratıcı olması gerektiğini gösterdi. Başbakan Tsipras ve düne kadarki, tüm süreci yanlış okuyan ve yöneten Maliye Bakanı Varoufakis kendilerinden önceki Yunan politikacılarının çoğu gibi önce siyasal geleceklerini gözettiler.

        Hiçbir müzakere hazırlıkları olmadan, sorumluluklarının ne olduğunu anlamadan, çelişik vaatlerini nasıl tutacaklarını tasarlamadan, ellerindeki gücü doğru tartmadan giriştikleri kavgada da yenildiler. Neoliberalizmin gaddarlığı, Almanya’nın ya da Fin ve Hollanda maliye bakanlarının insafsızlıkları, sermaye kesimlerinin borç konusundaki kaskatı duruşunun yanlışlığı ve haksızlığı öne sürülebilir. Ayrıca hem genel Avrupa krizinin aşılması hem de AB’nin dengelerinin muhafazası açısından bu eleştiriler haklıdır da.

        Ne var ki kendi siyasal geleceklerini toplumsal yararın önüne koyanların, toplumlarını ödemek zorunda bıraktıkları (ve muhtemelen derde deva olamayacak) bedeldeki günahkârlığını görmeden yapılan analizler kanımca hiç de tatmin edici değil. Yapısal unsurların mutlak belirleyiciliğini kabul etmek, insanların gelişmeler üzerindeki etkisini dolayısıyla da siyaseti reddetmek oluyor.

        SyrIza nasıl Yunanistan ekonomik krizinin bir sonucuysa, İspanya’daki Podemos Partisi de kriz protestolarının öne çıkardığı kızgınlar (indignados) hareketinin ürünü. Benzer tüm hareketlerde olduğu gibi İspanya’da protestocular önceleri ellerini siyasetle “kirletmek” istemediler. Sonunda eğer demokratik siyaset sürecekse bundan başka çare olmadığı görüldü. Başka ülkelerde de protestocular yavaş bile olsa siyaset içine, farklı bir siyaset üretebilmek amacıyla giriyorlar. Yeni bir nesil öne çıkıyor.

        Podemos yerel seçimlerde büyük başarı kazandı. Belediyelerde işbaşına geçer geçmez hizmete odaklandı. Ulusal alanda da sosyalist partinin aleyhine genişliyor. Benzer şekilde İspanya sağında da vatandaşlar (ciudadanos) hareketi benzer bir işlev görüyor. Yolsuzluklara, çürümüşlüğe saldırıyor. İspanya’da siyaset arınıyor, yenileniyor.

        Bunun AB ölçeğinde tekrarlanıp tekrarlanamayacağı, yaşanan ekonomik krizden nasıl çıkılacağı kadar AB projesinin bir geleceği olup olmayacağını da belirleyecektir.

        Diğer Yazılar