Seçmene saygı
Malumunuz olduğu üzre memleketimizde olup bitenlerle ilgileniyorsanız kafanızın da bir şeylere takılması kaçınılmaz sayılır. Haziranın 7’sinde Türk seçmeni hayli istekli bir şekilde ve verdiği oya sahip çıkma, önüne konanı kabullenmek istemediği bir siyasi projeye yani “Türk usulü başkanlık sistemine” hayır deme iradesiyle sandığa gitti.
Sandıktan, ülkenin bu yönde gitmesinin istenmediği hakkında olabilecek en net sonuç çıktı. Ne var ki, iktidar partisi ve onun mangalda kül bırakmayan liderliği bu mesajın gereğini yerine getirecek dirayeti, cesareti, inancı bulamadılar. Belki de hiçbir zaman böyle özellikleri de yoktu. Bu bakımdan nasıl 28 Şubat’ta görev yapan hükümetin istifaya zorlanmasıyla seçmen iradesine ağır bir darbe vurulmuş idiyse bugün de seçmenin iradesine benzer bir darbe vuruluyor.
Üstelik, ülke haziran seçiminin mutlak iradesinin tersine çevrilmesi hedefine odaklananlar tarafından mahşer yerine benzer hale hızla geliyor, daha doğrusu getiriliyor. Günü ve iktidarı kurtarmak için ülkenin sokulduğu bu yolun sonunda, ancak sivil siyaset içinde soluk alıp verebilecekler açısından hayırlı bir durak da yok.
Uzun yıllardır savaş ikliminden uzaklaşmış toplum, bir kez daha acılardan beslenen bir öfke ve düşmanlık ortamına savruluyor. Yönetiliş tarzı baştan beri sorunlu bulunan çözüm süreci sırasında arka planda kalan ve normal reflekslerini göstermekten de alıkonan Silahlı Kuvvetler de bu bağlamda yeniden ön plana çıkıyor.
Deniz Zeyrek’in, dünkü Hürriyet Gazetesi’nde çıkan kapsamlı haber-analizinde altını çizdiği gibi, “TSK, İncirlik konusunda varılan mutabakatla IŞİD’e karşı savaşta PKK’dan daha önemli bir müttefik olduğunu gösterdi. (Pentagon-TSK aksı yeniden işlemeye başladı.) Aynı zamanda PKK’ya yönelik ‘terör örgütü’ imajını yeniden yerleştirmeyi hedefliyor. Kuzey Irak’ta düzenlediği operasyonlarla örgütün üzerinde yarattığı baskı ve verdiği hasar, çözüm süreci devam ettiği takdirde siyasi iradenin eline güçlü bir koz verdi.”
Yıllardır dağda, elde silah kendi hareketlerine ayar veren ancak arada da gerçekle bağlarını biraz gevşettikleri hissedilenlerin olan bitendeki payını da azımsamamak gerekir. Haziranda oy veren seçmen bir yandan başkanlık sistemine karşı çıkarken diğer yandan da Kürt meselesinin çözümünde sivil siyaseti öne çıkaran bir tercihe destek verdi. Zeyrek’e göre “Yeniden silahlara yönelişte PKK’nın HDP’nin, yani siyasi kanadın ön plana çıkmasından duyduğu rahatsızlık da önemli bir rol oynuyor. HDP’nin kendisini denklemin dışında bırakmasından endişe duyuyor ve partiyi oy kaygısıyla hükümete taviz vermekle suçluyor.”
Bu olup biteni dehşet içinde izleyen, hayretten ve çaresizliğinden dolayı isyan eden seçmen kendi yargısının her gün çiğnenmesi nedeniyle burnundan soluyor. Kendi işlevinin muktedirler açısından konu mankenliğine indirgenmesinden müthiş rahatsız. Üstelik, yeni şiddet dalgasının başına ne tür ekonomik, toplumsal ve siyasal dertler açabileceğinin de olabildiğince farkında. Şehit cenazelerinin bazılarında ailelerin isyanı geçmiştekinden çok farklı bir nitelik taşıyor. İnsanlar Başbakan’ın kolaylıkla feda edebileceğini söylediği çocuklarının neden öldüğünü ya da ölmesi gerektiğini sorguluyorlar.
Bu kaygılı ve isyandaki seçmenlerin arasında herhalde MHP’ye oy verenler de vardır. Acaba onlar seçmen iradesini hiçe sayarak iktidar partisinin asla iktidarı bırakmamasına yardımcı olmayı asli görev bellemiş siyasi liderleri hakkında neler düşünüyorlardır?
Şu anda içte ve dışta Türkiye’nin çizdiği tablo hiç de parlak değil. Şiddet ve savaş bir kez başladıktan sonra nasıl ve nerede duracağını kestirmek kolay değildir. Seçmenin iradesini bu denli hiçe sayarak, iktidara mıh gibi yapışmak da sonunda kimseye hayır getirmeyecektir.