Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Foreign Policy Dergisi’nin, Türkiye’yi yakından takip eden ve sık sık ziyaret ederek değerlendirmelerini yazan editörlerinden David Kenner’in son Diyarbakır ziyaretinin ardından yazdıkları, gelecekle ilgili tatsız mesajlar içeriyor. Diyarbakır’da farklı çevrelerle konuştuğu anlaşılan Kenner genelde bir silahlanma eğiliminin olduğunu vurgulayıp, şu tespiti ekliyor: “Şimdi yaşanan şiddeti tetikleyen her neyse eğer, bundan sonrasında hiçbir siyasetçinin kontrol edemeyeceği güçleri dizginlerinden boşaltmış olabilir.”

        Kanımca henüz işin başlangıcındayız. Üstelik, seçimlerin verdiği mesajın reddi, sonuçlarının gereğini yapmamak için sergilenen koalisyon müsameresi ve belki de bir seçim koalisyonu kurulmasın diye tanık olacağımız gelişmeler ülkenin başına daha dert açacaktır. En basitinden, son haftalarda iktidar teslim edilmesin diye yaşanan Türkiye demokratik tarihinde görülmemiş manevraların ciddi bir kurumsal maliyeti olacaktır.

        Ülkedeki kuralların hangilerinin geçerli sayılacağı, kurumlar arasındaki ilişkilerin mahiyetinin ne olduğu giderek daha fazla sorgulanıyor. Merkez Bankası örneğinde tanık olunduğu gibi siyasi erkten duyulan korkunun yönetim kadrolarının kararlarını etkilemesi kurumsal çöküntüyü gözler önüne seriyor. Yani aslında Türkiye’de devlet, şiddet kullanma becerisi ve kapasitesi dışında içindeki pasın yayılması nedeniyle kemiriliyor ve zayıflıyor.

        7 Haziran seçimlerindeki kampanyanın üslubu eğer bir göstergeyse sistem ve gelenekler bir hayli zorlanarak gidilecek bir seçimin Türkiye’yi daha da fazla gereceği açıktır. Üstelik ülkenin güneydoğusu bir savaş alanıdır. Bu koşullarda seçimin nasıl yapılabileceği kuşkuludur. Seçim yapılabilse bile, genelde ülkeye hâkim olan şiddet dalgasının nasıl kontrol edileceği belli değildir.

        Tüm bunlar dünyada ekonomik açıdan Türkiye’ye benzeyen ülkelerin hemen hepsinde ekonomik kriz ortamlarının derinleşmeye başladığı bir dönemde yaşanıyor. Yani değişen dünya ekonomik koşullarında, dışarıdan aktarılacak sermayeye büyük ihtiyaç duyan, mallarını satmak zorunda olan ülkelerin hatasız yönetime ihtiyaç duydukları bir dönemde. Türkiye açısından, yaşananların bir de ülkenin aidiyetiyle bağlantılı ve hem doğrudan hem dolaylı olarak etkileri hissedilecek bir yanı var. Giderek burası Ortadoğu bölgesinin olumsuzluklarını bünyesinde taşıyan, güvenilmez bir yer olarak değerlendiriliyor.

        Türkiye’nin hızla düşen uluslararası itibarı ve bölgesel ve uluslararası denklemlerdeki seyrelen gücü açısından da yaşananlar hayra alamet değil. 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Dergisi’ndeki yazısında Cahit Armağan Dilek ABD’nin son dönemdeki güvenlik ve stratejiyle ilgili resmi belgelerinde Türkiye’nin adının bile geçmediğini vurguluyor. Bu kendi başına çok önemli sayılmaz. Sadece Türkiye’nin vehmedildiği kadar önde gelen, belirleyici sayılan bir devlet olmadığını düşündüklerini gösterir.

        Yazıdaki daha vahim unsur Dilek’in ABD ile yapılan İncirlik anlaşmasının bir mutabakattan öteye gitmediğini, ortada bir imzalı belge olmadığını Dışişleri kaynaklarına dayandıran iddiasıdır. Yani acaba her iki taraf da hoşlarına gitmeyen bir gelişme olduğunda anlaşmada bunun yeri yoktur demek için mi mutabakatı resmileştirmiyorlar?

        Diken’deki yazısında Işın Eliçin ise bazı gelişmeler ışığında Türkiye, Halep’in kuzeyinde, “Fiili’ bir güvenli bölge/temiz hat yaratmak için gerçekten de ABD ile anlaşmış olmalı” dedikten sonra daha karanlık bir soruyla yazısını bitiriyor: “ABD’nin Patriotları çekme kararı, Türkiye’nin Suriye’de yaratacağı fiili durumların sonuçlarını tek başına göğüslemek zorunda kalacağına dair bir uyarı mı dersiniz?”

        Böyle bir ortamda içeride yeni bir seçim karmaşasına gitmenin maliyeti hakikaten çok yüksek olacaktır sanıyorum.

        Diğer Yazılar