Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Her gün toprağa düşen, üstelik de çoğu kalleşçe öldürülenlerin haberleri, cenazelerinin görüntüleri, ailelerinin tahammül edilemeyecek acısı bir şekilde önümüze geliyor. Bu gençlerin neden öldüğünü iktidar sahipleri de PKK da kendi “cenah”larına anlatamıyorlar. Anlatsalar, ikna edemiyorlar. Her iki tarafın bu ülkede bir nefes alınmasını sağlayan ateşkes dönemini tam da böyle bir savaşa hazırlanmak için de kullandıkları anlaşılıyor.

        HDP’nin barajı geçmesinin sunduğu siyaset yapabilme imkânından iktidar partisinin, devleti bir türlü çoğulcu bir toplumun eşit haklara sahip vatandaşlarının hizmetkârı gibi göremeyenlerin ve ellerindeki silahtan güç devşirenlerin hoşlanmadıkları ortada. Bu toplumun toplum olarak kalma iradesini, barış içinde yaşayabilme umutlarını tarumar etme pahasına şiddeti tırmandırıyorlar. Üstelik bu şiddet tırmandırması, 7 Haziran gecesinin şokunu atlatır atlatmaz gereksiz, anlamsız, tehlikeli ve son tahlilde derin bir sorumsuzluk gösterisi olan erken seçim zorlaması ortamında sürüyor, sürecek.

        Böyle durumlarda yazmak anlamını yitiriyor. Sözün hükmünün yitirilmesi için bunca gayret sarf edilirken, şiddetten, kandan ve düşmanlık körüklemekten beslenenler gemi azıya almışken gene de sözden başka sığınılacak yer yok. Hatta toplumun halen sağduyusunu kaybetmemiş kesimlerinde bu şiddetin, bunca insanın ölümünün, arkada bırakılan dulların, yetimlerin ve çökmüş anne-babaların acısının hiç de gerekli olmadığı düşüncesi iyice yer etmiş gözüküyor. 600 binden fazla asker kaçağı olan, hiçbir konuda kılını kıpırdatmayanların bedelli askerlik söz konusu olduğunda ortalığı yaygaraya verdikleri bir ülkeden de söz ediyoruz sonuçta.

        Kimileri ölmek istemediklerinden, kimileri de kimsenin ölümünün bugünkü şartlarda gerekli olmadığına inandıklarından savaşı lanetliyorlar. Bu savaşla iç politika hesaplarının hiçbir bağlantısı olmadığını düşünen eğer kaldıysa onlara da tabut başında yapılan siyasi propaganda konuşmalarını dinlemelerini salık verebiliriz.

        Gözümüzün önünde seçimin sonuçları reddedilir, seçmen iradesi hiçe sayılırken bu ülkenin 65 yılda biriktirdiği seçimle ilgili müktesebatı, seçimin namusuyla bağlantılı alışkanlıkları ve kararları da işlemeyen kurumların içinde emir eri olmayı içlerine sindirebilenler tarafından çiğneniyor, siliniyor. Gelecek seçimin, eğer sağlıklı şartlarda yapılabilirse, hemen hiçbir şeyi değiştirmeyeceği, sadece ülkenin sinir uçlarını iyiden iyiye hırpalayacağı ve bunca insanın ölümüne arka plan oluşturacağı bilinmesine rağmen.

        Cumhurbaşkanlığı’nın ve iktidar partisinin iktidarın ucunu bir an bile bırakmamak için gösterdiği azmi görünce aklıma tarihten bir konuşma geliyor. Türkiye Cumhuriyeti tarihinin gensoruyla düşürülen ilk hükümeti, 1977’deki 5 Haziran seçimlerinin ardından kurulan 2. Milliyetçi Cephe hükümetiydi. O seçimlerde yüzde 41 oy alan CHP yeterli milletvekili sayısına ulaşamadığı için azınlık hükümeti kurmak istemiş, Süleyman Demirel bunu engellemişti. Demirel demokrasiden nasipsiz MSP ve sağ şiddetin hamisi MHP ile koalisyona girip ikinci kez feci bir hükümet kurmuştu.

        Yıl sonuna doğru Bülent Ecevit, meşhur Güneş Motel pazarlıklarıyla 11 milletvekili transfer etmişti. 29 Aralık’ta Altan Öymen ve Hayrettin Uysal’ın verdikleri gensoruyla yılın son günü, 31 Aralık’ta hükümet güvensizlik oyuyla düşmüştü. “Aceleniz mi var?” diye soran Demirel’e, Altan Öymen “Var” diye cevap vermişti.

        Demirel gensoru hakkında mealen şunları söylemişti: “Bu, bunalım demektir... Bunalım çıkarmaya kararlısınız. Velev ki başarılı oldunuz, bunalım çıkardınız, hükümet olmazsınız... Velev ki hükümet oldunuz, ayakta durmazsınız... Velev ki ayakta durdunuz, bu ülkeye ıstırap, çile, sefalet ve yokluktan başka vereceği(niz) hiçbir şey yoktur.”

        Demirel haklı çıkmıştı ama ülkenin ödediği kanlı ve ağır bedelde de payı yüksekti.

        Diğer Yazılar