Mülteci krizi AB ve Türkiye
EKONOMIK krizin zaten bir hayli sarsmış olduğu Avrupa Birliği, mülteci krizi nedeniyle temellerine dinamit yerleştirilmiş bir bina görüntüsü veriyor. AB’nin iç dengeleri açısından yarattığı sarsıntı kadar mülteci krizi Avrupa’nın müthiş stratejik düşünce eksikliğinin de bir yeni örneğini oluşturuyor.
Libya’da Kaddafi rejiminin devrilmesini birinci derecede Fransa ve Britanya sağladı. Bu iki ülkenin ısrar ve inadı sonuçta Türkiye’nin de katılacağı abluka ve hava operasyonlarının başlamasına yol açmıştı. Buradan yola çıkarak bu iki eski emperyal gücün Libya’da ya da genel olarak Afrika’da yeni ihtirasların peşinden koştuğu da tartışılmıştı.
Afrika’da özellikle Fransa’nın ciddi bir stratejisi olduğu ve buradaki tanımlanmış çıkarlarını korumak için askeri güce de çekinmeden başvurduğu doğru. Ne var ki Libya’da ortaya çıkan tablonun başarılı bir stratejik tasarımın sonucu olduğunu düşünmek de mümkün değil. Tek adamın aşiretler arası cambazlığına ve baskıcı bir rejimi sürdürebilmesine bağlı olan rejim çökünce Libya da devlet olarak çöküverdi.
Libya’nın devlet olarak çökmesi Afrika’dan bu yolla Avrupa’ya kapağı atmak isteyenlerin artık kolay kolay kontrol altında tutulamayacakları demekti. Nitekim bu yaz Suriyeli mülteciler manşetlere çıkana kadar kamuoyunu birinci derecede meşgul eden trajedi Libya üzerinden Akdeniz’i geçerek Avrupa’ya gelmek isteyenlerdi. AB bu çaresiz insanların canlarını koruyacak fonları ayırma konusunda bile kendi içinde mutabakat sağlayamamış, yükü İtalya’nın üzerine atmıştı.
Suriye’deki iç savaşta da AB’nin yapıcı bir adım atamaması benzer bir stratejik çuvallama örneğiydi. Bu yaz patlayan Suriyeli mülteci krizinde Avrupalıların gafil avlanması dört buçuk yıldır süren bu krizin hep “oralarda bir yerlerde” kalacağına inanmayı tercih ettiklerini gösteriyordu.
Bu hesaba göre Ürdün, Lübnan ve Türkiye belki de ilelebet Suriye iç savaşının yarattığı insanlık faciasıyla başa çıkacaklar ve giderek sayıları artan mültecilere bakacaklardı.
Bu denli derin bir aymazlığın, yani Suriye’nin kendilerine uzak olduğunu düşünerek rehavete kapılmanın sonucu Suriye sorununun akın akın ülkelerinden kaçan Suriyelilerin Avrupa’nın merkezine gelmesi oldu. Ankara’nın da artık bu akışı engellemeyerek AB’ye bir ders vermeyi tercih etmesiyle Türkiye’den geçen mülteci sayısı yedi kat arttı.
Yeni AB üyeleri dayanışma zihniyetinden pek nasiplerini almamış, son derece homojen toplumlara sahip oldukları için kendileri gibi olmayanlara tahammülleri hayli düşük. AB ölçeğindeki krizi derinleştiren unsurlardan birisi de buydu. Macaristan, Polonya, Slovakya gibi ülkeler Almanya’nın mültecilerle ilgili kararlarına direnerek ortak hareket etmeyi zorlaştırıyorlar.
Tabii ekonomik krizin üzerine mülteci krizinin eklenmesi bir süreden beri kabarmaya başlayan ırkçı damarları da pek çok ülkede azdırdı. İsveç gibi mültecilere yaklaşımı konusunda örnek teşkil eden bir ülkede ırkçı/milliyetçi İsveç Demokratları Partisi anketlerde en güçlü parti haline geldi.
AB’nin bu haliyle mülteci kriziyle düzgün bir şekilde başa çıkması zor. Türkiye ile mutlak şekilde işbirliği yapması gerekiyor. Bu sorunun daha da ciddi bir trajediye dönüşmemesi için iki tarafın birlikte yaratıcı çözümler bulmalarına, AB’nin de kesenin ağzını açmasına ihtiyaç var. Mültecilerin konumunun iyileştirilmesi ve özellikle eğitim meselesinin üzerine eğilinmesi burada öne çıkacaktır.
Türkiye’nin izlediği politikalar nedeniyle mülteci krizinin varlığında bir payı varsa da AB’nin kendi sorumluluğundan kaçması da mümkün değil. Ankara muhtemelen bu işbirliği karşılığında sadece kaynak istemekle kalmayacak, vize liberalizasyonu meselesinde de verilen sözlerden dönülmemesini isteyecektir.
Musevi okurların kefaret günü Yom Kipur ve Muslüman okurların Kurban bayramı mübarek olsun.