Almanya- Rusya-Türkiye
Berlin-Prag
Berlin’den Prag’a trenle 4.5 saatte gidiliyor. Orta ve Doğu Avrupa’nın pek çok başkentine Almanya’nın başkentinden en fazla 10 saatlik tren yolculuğuyla ulaşmak mümkün. Bu duruma baktığınızda Avrupa’nın merkezinin neresi olduğu hakkında hiçbir şey müphem kalmıyor. Almanya henüz fiilen Avrupa’nın lideri olduğu gerçeğini kavramsallaştırmış değil.
Berlin, bir yandan gerek ekonomik krizde verdiği tepkiler, gerek mülteci krizindeki dayatması ve bunlara benzer irili ufaklı hamleleriyle yeni güç merkezi olduğunu kabulleniyor. Diğer yandan Almanya içinde güçlü bir damar, tarihten alınan derslerin verdiği bir çekingenlikle Almanya’nın bu denli öne çıkmasından, güçlü bir lider ülke haline gelmesinden rahatsız.
Berlin’in, Almanya’nın geri kalanıyla tezat teşkil eden, insanı etkileyen sosyal ve kültürel liberalizmi ve kozmopolitliği aslında bu gücü daha kolay sindirilebilir hale getirebilir. Ne var ki Almanya’nın geri kalanı, özellikle de eski Doğu Almanya eyaletleri bu ruh haline çok uzak, içe kapalı ve öfkeli toplumlara sahip. Kendisi de Doğu Almanya’da yetişmiş Angela Merkel nihayet kapıları mültecilere açarken, bu bölgelerde mülteci kamplarına öldürme iradesiyle saldırılar yapılıyor.
Almanya’da Avrupa siyasetinin merkezine gelmekten kaynaklanan rahatsızlık ne ölçüde gerçek olsa da Berlin’in Avrupa coğrafyasındaki yeri, tarihin bugünün liberal kentine yüklediği sorumluluk gidilecek istikameti de gösteriyor. Almanya bir ölçüde kendisine rağmen Avrupa’nın liderliğini üstlenecek. Bunu yaparken tarihsel hafızaları en az Almanya kadar güçlü Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinde şekillenen direnişi de bir şekilde bertaraf etmesi gerekecek.
Bu ülkelerin tarihsel deneyimleri onları Almanya’nın gücü konusunda kaygılandırıyor. Ancak asıl kaygıları Rusya, daha doğrusu tartışmaların içeriğine bakıldığı zaman Putin’in politikaları olduğundan Almanya’ya yaslanmak zorundalar. Mülteci krizinin bu ülkeleri hem gafil avladığına hem de liberal siyasal seçkinlerini kendi toplumlarının içe kapalılığı, ırkçılığı konusunda bir şoka uğrattığına kuşku yok. Ama o mesele bile Rusya konusunun gölgesinde kalıyor.
Rusya’nın Gürcistan ve Ukrayna’da yaptıklarına Orta ve Doğu Avrupa’dan baktığınızda kendinizi rahat ve güvende hissetmeniz mümkün değil. Buralarda Kırım’ın ilhakı karşısında Türkiye’dekine benzer bir “adam sende” tavrı tahayyül bile edilemez. Ne var ki Putin politikasının niteliği ve itici gücü hakkında bir mutabakat sağlanamamış.
Orta ve Doğu Avrupalılar Almanya’nın Rusya’nın hamleleri üzerine yeniden bölgeye dönmesinden memnunlar. Merkel , genç bir casusken Almanya’da görev yapan Putin’in hiç beklemediği şekilde Almanya’nın yerleşik politikasını değiştirmeye başladı. Rus analist Lilya Şevtsova’ya göre Putin, Almanya’nın Rus revizyonizmi ve intikamcılığına ilelebet göz yumacağını düşündü. Eğer Merkel Rusya’ya karşı tavrını sertleştirmese belki de Putin Kırım’ı ilhak etmeyecek, Ukrayna’da iç savaşı körüklemeyecekti.
Avrupalıların veya NATO’nun Rusya ile Ukrayna nedeniyle savaşmaları söz konusu değil. Almanya ve Fransa, Ukrayna’nın Rus etki alanı içinde kalmasını sindirmek zorunda kaldılar. Ne var ki olayların akışıyla Avrupa siyasetindeki merkezi konumu daha belirginleşen Berlin’in Putin rejiminin altını oyacak siyasetini sürdüreceği de anlaşılıyor.
Putin karşısında hiçbir sözünün ağırlık taşımadığını en son Suriye’deki Rus hamleleriyle anlayan ve Suriye politikasının tümüyle iflasını Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ağzından bayram sabahı ilan eden Türkiye, bu yeni durumu ciddiyetle değerlendirmek zorundadır kanımca. Almanya ile ilişkileri yeniden düşünmek ve buna yönelik bir strateji geliştirmek Türk dış politikasının önceliklerinden olmalıdır.