Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Geçen hafta Ankara’da yaşanan büyük felaketin birden çok boyutu var. Her biri aslında birbirinden vahim. Bunların başında eylemin nerede gerçekleştirildiği geliyor. Saldırı ülkenin başkentinde yaşandı. Bu durumda Türkiye Cumhuriyeti kendi başkentindeki bir saldırıyı istihbar edemeyen, engelleyemeyen bir konuma düştü.

        Başka ülkelerin başkentlerinde de benzer olaylar yaşanmış olduğunu düşünürseniz bunda çok da ters bir durum görmeyebilirsiniz. Ne var ki benzer olayların yaşanmış olduğu gerek Madrid’de gerekse Londra’da yetkililer gafil avlanmıştı. Halbuki Türkiye’de bundan önceki Diyarbakır, Suruç ve şimdi de Ankara eylemcilerinin kimlikleri ortaya çıktığında hepsinin devletin izleme listelerinde olduğu anlaşıldı. Bunun tercümesi Ankara’daki eylemde birden fazla istihbarat zaafı olduğudur.

        Bir taraftan böyle bir eylemin gerçekleşeceği öngörülememiştir, ki yaşanan dönem ve kapının ağzındaki seçimler düşünüldüğünde buna şaşırmamak zordur.

        Ama asıl vahim olanı Suruç’ta gencecik insanları katledenin kardeşinin Ankara’daki canlı bombalardan biri diye teşhis edilmesidir. Diğer bombacı da bu kardeşlerin hemşerisi ve dostudur.

        Katliam faili olmalarının ötesindeki ortak yanları hepsinin Suriye’ye cihata gitmiş olmaları, bu durumdan endişelenen ailelerinin tüm çabalarına rağmen emniyet yetkililerinin çihatçı yoldaşlara yönelik bir tedbir almayı gerekli görmemeleridir.

        Kısacası Türkiye’de Suriye iç savaşına katılanların bulunduğu, ki katılanlar hemen her safta çarpışıyorlar, IŞİD bağlantılı olanlardan geri dönenlerin içeride eylem yaptıkları biliniyordu. Bu eylemler örgüt tarafından sipariş edilmiş ve örgütlenmiş eylemler midir, bunu henüz bilmiyoruz. Ancak neresinden bakılırsa bakılsın gerek Suruç gerekse Ankara’daki katliamların belli bir organizasyon, düşünülmüş bir mekanizma, ve mümkün olan en yüksek ölüm sayısına ulaşmak için tasarlanmış bir koreografinin sonucu olduğu ortadadır. Yani tanık olunan örgütlü bir eylemdir.

        Geriye dönüp bakıldığında Radikal Gazetesi yazarı Ezgi Başaran’ın Suruç katliamı ardından yaptığı uyarı bile faillerin izinin yakından takip edilmesini gerektirirdi. Sonuçta kendilerinden şüphelenilen Suriye’de savaşmış 2 eylemcinin Türkiye’de bu kadar rahat hareket ederek ülkenin başkentinde tarihin en büyük terör eylemini gerçekleştirmeleri, 100’ün üzerinde vatandaşı öldürmeleri her yönüyle bir skandaldır.

        Onun da ötesinde Suriye’deki zehrin giderek daha fazla üzerine saçıldığı bir dönemde, geri dönen cihatçıların terör eylemlerine başlamalarıyla Türkiye bütünüyle bir harekât alanıdır. Üstelik bu eylemler ve eylemciler toplumdaki fay hatlarını daha da kıracak etkiyi göstermektedir. Kanıt aramak için her türlü mecradaki tartışmaların içeriğine ve Konya’daki maçtan önceki eyleme bakmak yeterlidir.

        Toplumun hatırı sayılır bir kesimi Suriye’yi ciddi bir sorun olarak görüyor. Yüzde 50 Türkiye’nin Suriye krizinde payı olduğuna inanıyor. Metropoll’ün ekim ayı araştırmasına göre yüzde 60.2’lik bir kesim Suriye politikasının değişmesini istiyor. Hatta yüzde 49.9’luk bir kesim gerekirse Esad rejimiyle görüşülmesinden yana. Bu bakışta herhalde Rusya’nın devreye girmesiyle zaten böyle bir gidişatın kaçınılmaz olacağı ve Türkiye’nin gücünün bunu engelleyemeyeceğinin bilinmesi de etkili olmuştur.

        Mülteciler konusunda da seçmen yüzde 83.8 oranında geriye dönüş yapılmasını ister ve yüzde 66.8 bir güvenlik meselesi oluşacağına inanırken, Türkiye’deki Suriyelilerin geri döneceğine inananların oranı yalnızca yüzde 45.6’dır.

        Yani Türkiye’de seçmen ülkenin demografik yapısının değişmesini, bir güvenlik riskiyle uzun süre yaşanmak zorunda kalınacağını ister istemez kabul etmiştir.

        Bu koşullar altında Ankara’da sergilenen istihbarat ve güvenlik zaafları, hükümetin olay karşısındaki tavrı ve haber edinme özgürlüğünü kısıtlamayı yegâne çare olarak görmesi gelecek açısından kötü haberdir.

        Diğer Yazılar