'Rusya İran'dan, İran da Esad'dan vazgeçmiyor'
Dün bir grup gazeteciyle buluşan önemli ve yetkili bir kaynağın anlattıkları içinden bir mesaj dijital manşetleri işgal etti. Bu çok dikkat çeken mesaj, Beşar Esad’ın altı ay gibi öngörülen bir sürenin sonunda başkanlıktan ayrılacağı bir geçiş dönemine Türkiye’nin rıza göstermesiydi. Bu süre boyunca da Esad’ın tabiri caizse tırnakları sökülmüş olacak ve güvenlikle ilgili kurumlar üzerinde denetimi de kalmayacaktı. Söylenen, bu mutabakatın dokuz ülke tarafından ABD aracılığıyla Rusya’ya iletildiğiydi.
Rusya’nın henüz bir cevap vermediği anlaşılıyor. Tam da bu nedenle temennilerle analizleri birbirine karıştırmamaya dikkat etmek gerekiyor. Bugünden yarına bu mutabakatın gerektirdiği adımların atılabilmesi zordur. Cephede savaşanların henüz bıkkınlık ve bitkinlik noktasına geldiklerine dair pek bir emare yok. Üstelik bu kriz ancak üç düzeyde eşanlı mutabakatlarla çözülebilir: Yerel güçlerin ateşi kesmesi; başta Suudi Arabistan ve İran’ın vekalet savaşını sonlandırmayı kabullenmesi; son olarak da dünya güçlerinin ortaya çıkacak yeni düzen ve güç dengesi hakkında bir anlaşmaya varması.
Suriye krizinin eninde sonunda Beşar Esad’ın gitmesiyle sonuçlanması gerektiği ortada. Baas rejiminin bazı unsurları yerinde kalsa bile yerine gelecek rejimin daha geniş toplumsal kesimlere yaslanması da, ülkeyi ve devleti yeniden inşa etmek için zaruri. Başta Suriye’nin komşuları olmak üzere herkesin mutlak surette engellemesi gereken sonuç ise Suriye devletinin çökmesi.
Tüm bunları hemen herkes düşünüyor ve tartışıyor. Türkiye’nin bu mutabakatta yer alması Ankara’nın da sonuçta daha gerçekçi bir tutum benimseme kararını verdiğini gösterir. Kaynağımız, Esad’ın İran için, İran’ın ise Rusya için vazgeçilmez olduğunu savundu. Bir ek olarak da Rusya açısından Esad’ın vazgeçilmez olmadığını da vurguladı. Bu iddiaların mutlak bir doğruyu işaret ettiğini şahsen düşünmüyorum. İran açısından vazgeçilmez olan Hizbullah ile bağlantısının kesilmemesidir. Dolayısıyla Tahran’ın çıkarlarının kollanması ve bu hattın açık kalması Tahran’ın asıl vazgeçilmez hedefidir.
Bunun güvencesini aldığı takdirde Esad’dan vazgeçmemesi kendisi açısından fazla lüks bir tutum olur. Ancak Esad’ın gitmesiyle kurulacak yeni rejimle aynı yakınlıkta ilişki kurmayabilir. Daha da önemlisi nükleer program anlaşması sonrasında İran’ın dengelenmesi bir bölgesel ve küresel hedef haline geldiğinden Tahran, Suriye’de daha az etkili olmayı sindirmek zorundadır.
Rusya’nın İran’dan vazgeçmeyeceği tezi iki ülkenin bu krizde aynı tarafta yer aldıkları göz önünde bulundurulduğunda doğru sayılsa bile, bunun mutlak bir gerçekliği yansıttığı en azından sorgulanabilir. Ortadoğu’da Sünni Mısır’ın, ABD’ye güveni de sarsılmışken, Moskova açısından daha güçlü ve stratejik bakımdan daha anlamlı bir müttefik olacağı üzerinde düşünmek gerekir.
Pazartesi günkü konuşmada asıl dikkat edilmesi gereken iki unsur daha az tartışıldı. Birincisi kaynağımızın IŞİD ve PYD arasında bir işbriliği olduğu tezini sıkça ve ısrarla tekrarlamasıydı. Ankara katliamının ardından giderek daha yoğun şekilde öne sürülen bir iddiayı destekler mahiyette bilgi aktardı. İkincisi ise aslında giderek Batı ülkelerinde ve ilgili kurumlarda daha yakından tahlil edilen PYD’nin kararlarına yönelik kesin ve keskin uyarıydı.
PYD’nin yönetimi altındaki yerlerde Kürt olmayanlara ve kendisine yakın olmayan Kürtlere uyguladığı baskı ve şiddet giderek bu örgüte duyulan sempatiyi belli ki eritiyor. PKK’nın temmuzdan beri son eylemsizlik kararına kadar şiddeti tırmandırması hem kendisinin hem de PYD’nin Irak ve Suriye’de IŞİD karşısındaki mücadeleleri nedeniyle elde ettikleri itibarı sarsmış. Kürt olmayan unsurlardan gelen tepki şiddetleniyor.
Böyle bir ortamda ABD’nin yerel unsurlara ve Türkiye’nin kesin muhalefetine rağmen PYD’yi ve beş bin kişilik bir Arap birliğini Rakka’yı almak üzere desteklemesini ya da bu çabada başarılı olabilmesini gerçekçi bulmuyorum.