Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Küçüktük. Eve 4 gazete gelirdi. Favorim Akşam’dı. Orada, kötü baskı nedeniyle tam seçilemeyen küçük bir fotoğrafın yanında TAŞ yazardı. Sütunu yazan Çetin Altan’dı. Aklım ermezdi ama evdeki konuşmalardan çok etkili bir yazar olduğunu anlardım. “Dili de kendi de sert” derdi babam. Ben tanıdığımda insanı utandıracak kadar nazik, kalender, nüktedan, hoşsohbet birisiyle karşılaşmıştım. Sonradan öğrenmiştim ki, gene aynı gazetede İlhami Soysal ve Cumhuriyet’te İlhan Selçuk, bir de Yön’de Doğan Avcıoğlu o dönemde duman attırırlardı ortalığa.

        Yıllar yıllar sonra 1960’larda yazdığı yazıları ve o yıllar hakkındaki anı-kitaplarını okuduğumda daha bir yerli yerine oturtmuştum kendisini. 1970’lerdeyse artık namını iyi biliyordum. Büyük Gözaltı ve Viski’yi okumuş, sarsılmıştım. Meclis’te yediği dayağı öğrenmiş, 12 Mart’ta maruz kaldığı haksızlık ve zulümden haberdar olmuştum. Ama bir köşe yazarı, daha doğrusu denemeci olarak Çetin Bey’i keşfetmem ancak 1980’lerdedir. Hani eski yazılarını sevenlerin onu dönek diye damgaladıkları, bir dönem aynı dava içinde birlikte olduklarının onu CIA ajanlığıyla suçladıkları, Turgut Özal’a yakınlığı nedeniyle keskin saldırıların hedefi olduğu dönemde.

        Çok az cevheri olan, az değer yetiştiren bir ülkedeki bu kıyıcılık hasetten miydi, bitmek tükenmek bilmeyen bir hınçtan ve pespaye bir ahlakçılıktan mı, onu çözemedim. Ama her dönemde kendisini gösterdiğini görecek kadar deneyimim oldu.

        Sonuçta 88 yıllık bir hayatın, üstelik de 18 yaşında gazeteciliğe başlamış, tüm gelişmesinin izlerini gazetelerin sayfalarına bırakmış birisinin hayatının düz ve hep tutarlı bir çizgi içinde gitmesini beklemek ne kadar gerçekçiydi ki? İnsanı hata ve sevaplarıyla kabullenmek bu kadar zor olmamalıydı. Ömrünü, sık sık yinelediği gibi “yazıya layık olmaya” adamış bir adamın bu çabasını göz ardı etmek, bana göre yalnızca yanlış değil hainceydi.

        Çetin Bey’in bu yeni, “bıyıksız”, olgunluk döneminin yazıları aslında toplumsal eskizlerdi. Yaşama nasıl bakılacağını, daha doğrusu bakılması gerektiğini size göstermeye çalışan kılavuz gibiydiler. O yazılar, Türkiye’de yeni yeni şekillenmeye başlayan bir burjuva kültürünün ne tür incelikler edinmesi gerektiğini gösteren yol işaretleri gibiydi aynı zamanda. Siyasi tahlilleri gündeliği aşmaya başlamış, sosyolojik analiz eskizleri haline gelmişti. Bunun ötesinde o dönemin Çetin Altan’ını, eğer siyasi takıntılarınız yoksa, sırf dili kullanışındaki kıvraklığın tadına varmak, yani okuma hazzı için okurdunuz.

        Tanıdığı insanlar hakkında yazdığı ve sonradan kitaplarda toplanan yazıları özellikle sindirerek okumak gerekirdi. Olgunlaşarak yaşanmış, güzel törpülenmiş bir karakterin, daha doğrusu zihnin imbiğinden yazılmış olurdu. Bu yazılardan müthiş insanlık, kalleşlik, sessiz kahramanlık, eziklik, kadirşinaslık hikâyeleri çıkardı, çoğunda boğazınıza bir düğüm gelip otururdu. Ve tabii Çetin Bey’in aslında seçkinler kesiminin yaramaz çocuğu olduğunu da anlardınız. Ne de olsa Galatasaraylıydı.

        “Hayat yaşandığı kadar vardır.Gerisi ya hafızalardaki hatıra ya da hayallerdeki ümittir. Hüsranı ise bir tek yerde kabul ediyorum.Yaşamak mümkünken yaşamamış olmakta” diye yazmıştı. Sonradan efsaneleşecek “Bir tılsımı olmalıdır hayatın” yazısının özü de bu cümledeydi aslında. Ve belki de mutsuz çocuk Çetin Altan hep hayatı anlamlı kılmaya çabalayarak ve bu anlamı yazıda, üstelik de yazının her türünde arayarak gerçekten yaşanmış bir hayat inşa etmişti.

        Son yazısı “Hayal ettiğim ülke bu değildi” başlığıyla çıkmıştı. Şöyle yazmıştı: “Bir ömür, sadece amaca ulaşmak için harcanmaz. O amaca doğru atılacak bir-iki adıma yardımcı olmak için de harcanır... Biz torunlarımıza istediğimiz ülkeyi bırakamıyoruz... ama siz.. hayallerinizden, ümitlerinizden, mücadelenizden vazgeçmeyin.”

        Kısacası yani şunu demişti: “Enseyi karartmayın.” Karartmayız Çetin Bey.

        Diğer Yazılar