Dönüm noktası
Tam G-20 öncesinde gerçekleştirilerek Antalya’daki toplantının terörün gölgesinde kalmasına yol açan Paris’teki saldırıların dikkat çeken pek çok yanı var. Bunlardan biri Fransız istihbaratının görünürdeki yetersizliğiyse, diğeri de IŞİD’in ve iş ortaklarının hayli zor ve üstün koordinasyon gerektiren bir melaneti başarıyla uygulayabilme maharetidir. Bilet kesenler canlı bomba adayı teröristlerden birinden şüphelenmeseydi muhtemelen stadyumda da feci bir katliam yaşanmış olacaktı.
Stadyum dışında, saldırı için seçilen mahallenin de IŞİD ve benzerlerinin asıl derdinin ne olduğunu açığa çıkaran bir özelliği var. Bu örgütler etnik, milli, dini, cinsiyet açısından farklı grupların bir arada yaşamalarına tahammül edemeyen, daha doğrusu etmek istemeyen bir dünya görüşüne sahipler.
Kurmak istedikleri düzenlerinde bugünkü medeniyetin kozmopolitliğine hatta İslam dünyasının parlak dönemlerindeki çoğulculuk ve bir arada yaşama iradesine yönelik müthiş bir öfke ve biriktirilmiş kin var. Eylemlerin bir amacı benzer bir dışlayıcılığı, öfkeyi ve nefreti saldırılanların da rehberi yapmaktır.
Saldırganların hedef olarak seçtikleri Paris’in 11. Mahalle’si, IŞİD ve benzeri yerelcilerin/kozmopolitlik düşmanlarının nefret ettikleri her unsuru bünyesinde barındıran bir yaşam alanı. Bu bakımdan da Fransa Devleti’nin bu saldırı karşısında, 10 ay önceki Charlie Hebdo dramından sonraki soğukkanlılığıyla hareket edip etmeyeceği gelecek açısından önem taşıyor.
Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande’ın derhal olağanüstü hal ilan etmesi, kararlılık ve sertlik işareti olduğu kadar, hatta belki ondan da fazla, bölgesel seçimlerde bu olayı sonuna dek sömürecek ırkçı aşırı sağa alan kaptırmamak kaygısını yansıtıyordu. Bundan sonra atılacak adımlarsa yalnızca Fransa’nın değil tüm AB’nin yönünü belirleme potansiyeline sahip.
Yanlış ve güvenlikle şiddeti önceleyen tercihler halinde, IŞİD açısından amaç hasıl olacaktır. Avrupa’daki Müslüman azınlığa yönelik ayrımcılığın artması, bu toplumlar içindeki gençlerin yabancılaşmasını ve radikalleşmesini hızlandıracaktır.
Fransa’nın ve genelde Avrupa ülkelerinin kendi şeytanlarıyla mücadele etmeleri gerekliliği, işin yalnızca bir boyutudur. Olayın Avrupa’nın sömürgeci tarihinden gelen bir yanı zaten vardır. Fransa’nın son yıllarda cihatçı hareketlerle yapılan mücadelede, özellikle Afrika’da ön planda olmasından Libya savaşında başı çeken ülke olmasının, bu ülkeyi simgesel bir hedef haline getirdiği de doğrudur. Ama bu tarihi olayların yegâne nedeni olduğunu iddia etmek de kolaycılıktır.
Yaşanan kıyametin önemli bir sebebi, Suriye krizinin sürekli kanamaya devam etmesine izin verilmesidir. Burada da Paris katliamından sonra gelişmelerin hızlanması beklenir. Nitekim Viyana görüşmelerinde 6 ve 18 aylık bir takvim üzerinden yapılan çözüm planlarında mutabık kalınmış gibi. Bu mutabakatın kalıcı olması ve 18 ay sonunda Suriye’de farklı bir rejim altında barışın sağlanabilmesi, her şeye rağmen kolay değildir. İran ile karşısındaki bölgesel cephede yer alan Suudi Arabistan-Katar-Türkiye üçlüsünün Suriye tasavvurları hayli farklıdır.
Ancak bu mutabakatın tutma şansı şu nedenle vardır. Paris saldırısı devletleşmeye çalışan IŞİD’in tüm bölge devletleri, AB ve devletler sistemi açısından nasıl bir tehdit oluşturduğunu tüm çıplaklığıyla ortaya çıkarmıştır. Devletleşmek hedefi güden IŞİD’in sınıraşırı cazibesinin ve gücünün boyutları anlaşılmıştır.
Bu durumda Viyana’nın bir hedefi, bölgedeki devlet sisteminin daha fazla çökmesini engellemektir. Diğer hedef ise Sünni toplulukların daha fazla yabancılaşmasına yol açmayacak şekilde, Suriye’deki rejim dönüşümünü gerçekleştirebilmektir.
Mezhepçiliğe ve kendi iç kavgalarının yarattığı takıntılara teslim olmayan bir Türk dış politikası, her iki hedef açısından da öncü rol oynama imkânına sahiptir.