Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Gerçekçi bir bakış açısıyla Suriye’de, iç savaşın gidişatına bakılırsa bir çözümün çok kısa sürede devreye gireceğini beklemek zor. Viyana’da varılan anlaşmada ortaya çıkan takvim hayli uzun sayılacak bir süreye yayıldığından, her aşamasında günün şartlarına göre yeni sorunlarla karşılaşmak mümkün. Bundan da önemlisi bir müzakere yapılacak ve o şekilde Suriye’nin geleceğiyle ilgili bir anlaşmaya varılacaksa, masanın muhalefet tarafında yani Esad’ın karşısında kimin oturacağı belli değil. Yakın zamanda da belli olmayabilir. Viyana müzakerecileri bir örgüt ismi üzerinde anlaşsalar bile kendi savaşını vermekte olan diğer grupların bu temsilcinin kendilerini de bağlayacak kararlara imza atmasını ne ölçüde kabullenecekleri ya da bunları sindirecekleri de belli değil.

        Paris’teki saldırıların ardından IŞİD daha da önemli bir düşman ve hedef haline geldi, bu doğru. Ancak özellikle Avrupa açısından, IŞİD öncelikli olarak bir iç güvenlik meselesi olarak değerlendirilecek. Gökhan Bacık’ın Zaman Gazetesi’ndeki değerlendirmesinde saptadığı gibi, “Paris saldırısından sonra G20’de verilen Batılı tepkilere bakınca insan şuna ikna oluyor: Batılı ülkelerin olup bitenlere karşı bırakın bir strateji belirlemeye, bunları anlama yeteneği kalmamış. Çaresizlik içinde yapabildikleri tek şey ‘Kendi evimizi bari nasıl koruruz?’ sorusunun etrafında kenetlenmeleri”.

        Bu bölgede en merkezi konumdaki iki devletin çökmesiyle birlikte ortaya çıkan siyasi boşluk, geleneksel kılıf içinde yeni dayanışma ve siyasi örgütlenme ağlarını gündeme getiriyor. Evren Balta’nın birikimdergisi.com adresindeki kapsamlı ve düşündürücü yazısında vurguladığı gibi “Ortadoğu’da savaşın aldığı sekteryan biçim hiç de geçmişe ait bir refleksin talihsiz bir biçimde bugüne yansıması değil, tam da bugünkü savaş formunun ortaya çıkardığı yepyeni bir küresel ağ”.

        Bu küresel ağ bölge özelinde devletlerin çökmesi kadar İslam dünyasının içinde bulunduğu kimilerine göre medeniyet ölçeğinde yaşanan derin krizin de bir yansıması olarak ortaya çıkıyor. Bu çifte krizin ortaya çıkardığı güvenlik ve kimlik krizleri toplumları ayrıştırıyor, korkunun egemen olduğu bir ortamda insanlar koşullara en uygun “asli” kimliklerine sığınıyor. IŞİD’in Paris saldırılarında gösterdiği gibi bu bölgesel anafor, yeni ağların varlığı nedeniyle bölge insanının gününü ve geleceğini yok etmekle yetinmiyor. Kendi davasını merkez ülkelerdeki toplumsal ve ekonomik zaafların yarattığı fırsatlar sayesinde bu ülkelerin şehirlerine ve giderek ürkekleşen toplumlarına taşıyabiliyor. Bunalımını oralara taşırken de dünyadaki liberal, çoğulculuğu, birlikte yaşamayı ön plana çıkaran yaşam biçimlerini de ağır şekilde tahrip ediyor.

        Biraz da bu nedenlerle Ortadoğu’daki, Suriye’deki kriz yalnızca uluslararası ilişkilerin ilgi alanına girmiyor. O alanı ilgilendirdiği boyutlarıyla da krizi sona erdirmenin kolay olmayacağına şüphe yok. Obama yönetimi bugün yaptıklarından ileri bir adım atmayacak, Avrupalılar telaşla kendi iç düzenlerini nasıl koruyacaklarına odaklanacak. Rusya, büyük devletlerin dünyayı şekillendirdiği günlere duyduğu özlemle öne çıksa da bölgesel güçleri ve yerel oyuncuları ikna etmesi kolay olmayacak.

        Böylesi bir ortamda Türkiye’nin dış politikası bugünkü haliyle kendi iddialarının hayli gerisinde bir etkiye sahip. G20 Liderler Zirvesi’nde Obama’nın, Ankara’nın en önemli beklentilerine kesinlikle cevap vermeyeceğini tekrarlaması kadar, Putin’in ev sahiplerini açıkça suçlayan sözleri de Türkiye’nin hesaplarını yeniden yapması gerektiğini gösteriyor. Yeni hükümetin üzerindeki en önemli sorumluluklardan birisi de ülkenin toplumsal dengelerini derinden sarsan Suriye krizine bakışını, önceliklerini değiştirmesi ve kendi kapasitesinin elverdiği gerçekçiliğe dönmesidir.

        Diğer Yazılar