Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Türkiye’nin diplomatik trafiği hızlandı. Bu aslında çok doğal. Zira coğrafi konumu gereği bu bölgeyle ilgili derdi olanların Türkiye’siz herhangi bir meseleyi halletmeleri kolay değil. AB mülteci krizini aşmak, ABD Suriye’deki “tavşana kaç tazıya tut” siyasetini askeri açıdan işlevsel kılabilmek için Türkiye ile bir şekilde işbirliği yapmak zorunda. Rusya, Suriye’de desteklediği rejimin düşmemesi için duruma müdahale ettiğinde Moskova’nın da bir şekilde Ankara’nın coğrafyasıyla hesaplaşması gerekiyor. Tabii bu olumsuz anlamda gerçekleşiyor.

        Şimdilik Rusya Türkiye’yi kendi sınırlarına hapsetmeyi becermiş gibi. Yani kendi caydırıcılığını kanıtlamak amacıyla Türkiye’nin Rus uçağını, gelen bazı haberlere göre Rus uçağı olduğunu bilerek düşürmesi en azından şimdilik Türkiye’nin hamle yapamaması sonucunu doğurdu. Toplumsal bilinçte hemen her ideolojiden vatandaşta bol miktarda bulunan Batı düşmanlığının sürekli körüklendiği bir ortamda Türkiye bir yandan Çin füzelerini alamadığını itiraf etmemek için gerçekten ihtiyaç duyduğu füze ihalesini iptal etti. Diğer yandan Rusya ile tek başına karşılaşamayacağından müttefiklerinin desteğini aradı.

        Ne var ki hükümet haklı da olsa, hâlâ bu uçağın neden düşürülmüş olduğunu, yapılan tacize neden başka yöntemlerle cevap veremediğini anlatamıyor. Daha vahimi yaptığının ardından gelen Rus yaptırımları karşısında da henüz Türkiye’nin benzer derecede etkili bir cevabı bulunduğundan emin olmak mümkün değil. Bu uçağı düşürerek ne elde edilmek istendiği de, “çok kızarsam yaparım” mesajı verme dışında açıkça anlaşılmıyor. İlk gelişmeler atılan taşın ürkütülen kurbağaya değmediği hatta taş atana daha fazla zarar verdiği yönünde.

        Rusya krizinin Türkiye’ye Batı ittifakının değerini hatırlatmış olması orada da ilişkilerin çok iyi olduğuna delalet etmiyor. NATO, üyesini kolladı, ancak krizin tırmanmasından kaygı duyduğu da ortada. Bunca görüşmeye rağmen Ankara ve Washington Suriye politikası konusunda bir ortak görüş oluşturmayı beceremediler. Rusya ile yaşanan kriz ardından eli zayıflamış gözüken Ankara bundan sonra muhtemelen daha fazla baskı altında kalacaktır.

        Bu ortamda AB ile ilişkilerin canlandırılması olumlu sayılması gereken bir gelişme. Ne var ki Başbakan Davutoğlu’nun Türkiye’nin Avrupalılığını vurgulaması, Türkiye’nin AB kriterlerinde kristalleşen Avrupalı kimliğinden hızla uzaklaşmakta olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Pazar günkü zirve, birbirlerine çok hoyratça davranmış, birbirlerinin kıymetini bilmemiş iki ortağın ortalığı toparlama gayreti diye görülmeli.

        Tarafların uzun zamandır komada olan ancak öldürmeye kıyamadıkları ilişkileri hangi nedenle olursa olsun canlandırmaya çalışmalarını olumlu değerlendirmek gerekir. Daha önce Lüksemburg zirvesinde Türkiye’yi dışlayan AB, Helsinki’de o yanlıştan dönmüştü. Son on yılda Türkiye’yi dışlayarak aynı hatayı daha da vahim şekilde tekrar eden ve bu arada Türkiye’deki siyasi ve ahlaki etkisini kaybeden AB gene hatadan dönüyor. Türkiye ise yalnız kurtluk sevdasıyla İslam dünyası önderliği hayallerini yavaşça terk ediyor gibi.

        Mülteci meselesinin çözüme ulaşması kısa sürede gerçekleşecek gibi değil. Suriye iç savaşı bitmeden de bu sorunun çözülmesi mümkün değil. Hatta bir süre daha da kötüleşmesi beklenebilir. Bu durumda Türkiye’nin, AB’den aldığı parayı entegrasyon programları geliştirmek için kullanması, uluslararası camiadaki mevcut deneyimden yararlanması doğru olur.

        Katılım sürecinin canlandırılması en başta Kıbrıs meselesinin çözümüne bağlı olacaktır ki orada da Rusya’nın Rum kesimi üzerinde etkisini olumsuz yönde kullanmamasını sağlamaya çalışılmalıdır. Müzakerelerin önü ancak o şekilde açılır. Vizesiz seyahat aşamasına gelmek içinse Kopenhag kriterlerine doğru çark ederek hızla yol almak gerekecektir.

        İşte o zaman AB ile ilişkilerin canlandırılmasının gerçekten hayırlara vesile olduğunu söyleyebiliriz.

        Diğer Yazılar