Arap isyanlarından IŞİD'e
Geçenlerde Hindistan’da katıldığım bir konferansta biri Hollandalı, diğeri Amerikalı iki genç sosyal bilimciyle tanıştım. Her ikisinin de selefi-Cihatçı hareketler ve özellikle IŞİD hakkında yayınlanmış çalışmaları var. Her ikisi de IŞİD’in şeceresini, örgütün ideolojik arka planını, askeri stratejilerinde kimlerin etkili olduğunu detaylı şekilde biliyorlardı.
Gelecek ay katılacağım bir başka konferansta da eldeki verilerden, tanıklıklardan hareket ederek IŞİD’in nasıl bir örgüt olduğu, şekillenişi ve yükselişindeki unsurlar yönettiği yerlerde kurduğu düzen hakkında çok ciddi çalışmalar tartışılacak. Bunlardan birisinde IŞİD’in yargı sisteminin kafa kesme, recm etme gibi dikkat çeken şiddet şehvetini yansıtan boyutlarının ötesine gidiliyor.
Makalede “IŞİD’in yargı sistemi, yöneticiler ile yönetttiği nüfus arasında karşılıklı hak ve yükümlülüklere dayalı yavaş yavaş şekillenmekte olan yeni bir toplumsal mukavelenin şartlarını oluşturduğu” anlatılıyor. Kısacası IŞİD’in bir “terör örgütü” olmanın ötesinde bir devlet kurma projesi olduğuna dair kanıtlar giderek yüzeye çıkıyor. Tabii bunların ortaya çıkarılması meşakkatli bir çalışma, titiz araştırma, iç kaldıran bir şiddet diline tahammül ederek eldeki tüm kaynakları değerlendirmeyi gerektiriyor.
Hindistan’daki araştırmacılar gittikleri konferanslarda, özellikle de Arap ülkelerinde, sunumları bittikten sonra gelen soruların niteliğinden yakındılar. Zira her seferinde, aslında soruyu soranın emin olduğu bir bilgi gibi dile getirilen “IŞİD’i Amerika yaratmadı mı?” sorusuyla karşılaşıyorlardı. Burada yalnızca sığlığın ve komplocu kolaycılığının yanı sıra o sunumları yapan kişilerin emeğine duyulan büyük saygısızlığın da izini görüyorsunuz.
Türkiye’de de IŞİD’in bir Batı komplosu/ maşası olduğu görüşü hayli yaygın. Sosyal bilimlere ve bir gerçeğin peşinde bilimsel yöntemlerle koşmaya saygısız, düşünce tembelliğinden mustarip olanlar için IŞİD mükemmel bir örnek. İslam âlemini bölmek veya Amerika’nın Ortadoğu’daki çıkarlarını kollamak için yaratılmış, kendi tarihi, sosyolojisi, ideolojisi ve iradesi olmayan bir kukla der geçersiniz.
Akif Beki’nin aktardığı sözleriyle önemli bir uluslararası ilişkiler profesörümüze göre de, IŞİD “kendiliğinden oluşmuş bir şey değil, yapılandırılmış bir örgüt... Suriye-Irak bölgesine hem NATO’yu hem de Rusya’yı davet etmiş bir oyuncu. Bugün böyle iki kutupluluğu zorlayacak bir sistem varsa, bunu DAEŞ yoluyla başardılar. Herkes davete icabet etti... O zaman DAEŞ misyonunu yerine getirmiş demektir.” İyi de başaranlar kim, neden başarabildiler? Halklar neden böylesine bir kurguya alet olmayı kabul ettiler? Bu bölgede devletlerin, rejimlerin çökmesi, on yıllardır olumlu proje üretilememesi, Arap halklarının diktatörlüklerce inim inim inletilmesi, Arap isyanlarının feci bir karşı devrim dalgasıyla bastırılmasının bunlarda bir payı yok mu? Ya da ABD’nin başarısız olduğu Irak savaşının mezhep temelli düşmanlıkların patlamasının önünü açması, İran’ı güçlendirmesi önemsiz mi?
Tıpkı bundan beş yıl önce bir garip Tunuslu seyyar satıcının kendini yakmasıyla tetiklenen, büyük Arap özgürlük hareketinin “Amerika düğmeye bastı böyle oldu” diyerek aslında ırkçılık da içeren bir küçümsemeyle değerlendirilmesine benziyor bu. Arap isyanlarına katılan, canlarını veren insanların iradesini, azmini, cesaretini, dürüstlüğünü, idealizmini hafife alan, değersizleştiren bir kibir buraya yansıyan.
Arap isyanları büyük bir toplumsal olay, Arap dünyası için daha özgür ve adil bir gelecek vaadinin anıydı. Teammüden öldürüldü. İlk vurucu darbeyi Suudi Arabistan’ın desteğiyle, Orgeneral Sisi’nin Müslüman Kardeşlerin Cumhurbaşkanı Mursi’yi 3 Ağustos 2013’te kanlı bir darbeyle devirmesi vurdu. IŞİD’in Hilafet devletini kurduğunu 29 Haziran 2014’te ilan etmesiyle ikinci darbe de geldi ve Arap isyanları ideolojik olarak, siyasal İslam’ın İhvan modeliyle birlikte çöktü, Selefi Cihatçılığın önü açıldı.