Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        ORTADOĞU, dünyanın en belalı yeri olmaya devam etti bu yıl. Gelecek yıl işlerin daha iyi gideceğine dair bir umut beslemek için fazla neden yok. Bölge, kendisini bu durumdan tam olarak nasıl kurtarabileceği belli olmayan bir çözülme içinde. Bölgede devlet düzeni çökmüş durumda. Var olan rejimlerin kendi toplumlarından kopmaları, toplumların da giderek ayrışarak, rejimlerden ve devletlerden kopmaları sonucunu verdi. Düzen ve güvenecekleri bir otorite arayan topluluklar bildik yapılara yani aşiret bağlarına, mezhep dayanışmasına ya da yerel çetelere döndü. Bu dönüş, kimlik krizlerini ve düşmanlıklarını da besledi.

        Yakın gelecekte bu gidişatı durduracak gelişmelerin olmasını da beklememek gerekir. Suriye’deki şiddet sarmalını bitireceği ümit edilen Viyana Müzakereleri’nin bir sonuca varıp varamayacağı meçhul. Eğer OPEC’in açıkladığı gibi 2040 yılına kadar petrol fiyatlarının tekrar 100 dolar seviyesine gelmesi beklenmiyorsa, işlerin daha kötüye gitme ihtimali de yüksek demektir.

        Bölgesel düzen açısından uzun vadeye yönelik en önemli gelişme, İran’ın BM Güvenlik Konseyi üyesi ülkeler ve Almanya ile imzaladığı anlaşmaydı. Bu anlaşmayla İran nükleer programının niteliği üzerindeki kısıtlamaları kabul ederken, kendisini zincire vuran ekonomik ambargoların büyük bir bölümünden de kurtulmuş olacak. Bu anlaşma sonucunda İran, elindeki zenginleştirilmiş uranyum stoklarının yüzde 97’sinden vazgeçti, plütonyum programını tamamen iptal ederek santrifüj sayısını hatırı sayılır ölçüde azalttı. Bu durumda eğer Tahran 15 yılın sonunda anlaşmayı sürdürmekten vazgeçerse İran’ın nükleer silah üretebilmesi için en az 1 yıla ihtiyacı olacak.

        Anlaşmanın teknik detayları, yarattığı büyük tepkinin gerçek ya da en önemli nedeni değil. Suudi Arabistan veya İsrail gibi ülkelerde asıl kaygı uyandıran, anlaşmanın siyasal boyutu. Bölge ülkeleri bu anlaşmanın ABD’nin İran’a yakınlaşması ve İslam Cumhuriyeti’nin bölgede hegemonya kurmasına izin vermesi anlamına geldiğine inanıyor. Suriye’de işlerin giderek kızışmasının bir nedeni de bu. Başta Suudi Arabistan olmak üzere pek çok ülke Tahran’ın Suriye’deki etkisinin kırılmasını arzuluyor. Bu şekilde ABD’nin Irak Savaşı’ndaki başarısızlığının ardından, gücü ve etkisi çok artan Tahran’ın dengelenmesinin hatta çevrelenmesinin mümkün olacağı düşünülüyor. Suudi Arabistan ve İsrail’i, hatta son dönemde Türkiye’yi yakınlaştıran bir dinamik bu.

        Obama yönetimi açısından nükleer anlaşma çok önemli olsa da bunun bölgeyi Tahran’a teslim etmek anlamına geldiğini sanmıyorum. ABD de İran’ın dengelenmesini isteyecektir. Ancak geçmişe göre Tahran ile uygun gördüğü alanlarda ve konularda uzun zamandır başladığı işbirliğini de herhalde sürdürecektir. İran anlaşmasıyla ortaya çıkan durumda asıl bilinmeyen, Tahran’daki rejimin yeni statüsünü sorumlu bir devlet gibi davranarak mı yoksa hegemonya çabalarını katlayarak mı değerlendireceğidir.

        Türkiye’de genelde pek yankı bulmayan ancak bölgenin geleceği açısından önemli gelişmelerden birisi de Suudi Arabistan’ın tasviri güç bir beceriksizlik ve hunharlıkla yönettiği Yemen Savaşı’ydı. Bu savaşın Yemen’de düzeni tümüyle yıkması sonucunda hem bu ülkedeki şiddet sarmalı artacak hem de Suudi Arabistan, güneyinden gelen ciddi tehditlerle karşı karşıya kalacaktır.

        Rusya’nın Suriye’ye tüm ağırlığıyla gelmesiyle, bölgedeki yerel çatışma ve ayrışma ile bölgesel güç mücadelesi üzerine küresel güç mücadelesi de eklendi. Bu mücadelenin bölgenin geleceği açısından en belirleyici unsur olduğunu düşünmüyorum. Ancak ABD ve Rusya’nın işbirliği, Suriye rejimini çökmekten kurtarabilir. O durumda da DAEŞ’in ortaya çıkmasına yol açan koşullar yeniden üretilecek, hatta yayılarak Türkiye gibi çevre ülkeleri de tehdit edebilecektir.

        Hıristiyan okurların Noel’ini kutlarım.

        Diğer Yazılar