2015: Türkiye
Geride kalan yıl, iki turlu gibi yaşanan seçimlerin ardından Türkiye’nin içinde iktidarın mutlak konsolidasyonuna, dış politikada ise son beş yılın çizgisinden isteksiz ancak hızlı bir çıkışın yaşandığına tanıklık etti. Yılın son aylarında bir yandan Güneydoğu’da PKK ile çatışmalar şiddetlenir ve insani dramlar yaşanırken diğer yandan da Suriye iç savaşındaki gelişmeler neticesinde Ankara sahadaki etkili aktörlerden birisi olma özelliğini kaybetti. Uzunca bir süredir mesafeli davranılan Batı ittifakının çerçevesine dönüş hızlanırken, Rus uçağının düşürülmesinden sonra NATO’ya yönelme ve İsrail ile yakınlaşma belirginleşti.
1 Kasım’da yapılan seçimin sonuçları 7 Haziran’da ortaya çıkan ve ülkenin uzun yılların ardından bir koalisyonla yönetilmesi ihtimalini doğuran tabloyu ortadan kaldırdı. Muhalefetteki siyasi partiler durağanlıkları, siyasetsizlikleri, strateji eksiklikleri nedeniyle siyaset alanında kendi lehlerine denge oluşturma şansı sunan bu seçim sonuçlarından yararlanamadı.
22 Temmuz Suruç saldırısının ardından 24 Temmuz’da iki polisin evlerinde uyurken öldürülmesinden sonra başlayan ve PKK’nın tırmandırmasıyla giderek artan şiddet ve çatışmalar, Ankara’daki hunhar katliam ülkeyi derin bir güvensizlik atmosferine itti. Adalet ve Kalkınma Partisi bu ortamı da kullanarak 7 Haziran’da sandığa gitmeyen seçmenini geri getirmeyi başardı. İstikrarsızlığın sürme ihtimalinden ürken diğer parti seçmenlerinden de oy kazanarak beklentilerin fevkindeki zaferini elde etti. Bu tabloyla partinin Cumhuriyet rejiminin geleceğine kendi damgasını vurmasının önünde bir engel kalmadı.
Bu durumda 2016 yılının siyasetinde başkanlık sistemi tartışmaları etrafında şekillenecek bir Anayasa tartışmasının da zemini hazırlanmış oldu. Başkanlık sistemine geçme hedefi doğrultusunda milliyetçi söylem yoğunlaştı. PKK’nın seçim sonrasında da süren meydan okumasına müthiş bir şiddetle cevap verildi. Güneydoğu kentlerindeki şiddet örgütlenmesine karşı verilen mücadelede kullanılan yöntemlerin toplumsal alanda yaratacağı tahribat ikinci plana itildi.
Bu tercih sonucu Cizre, Sur, Nusaybin gibi sokağa çıkma yasağı altındaki yerlerde yürek burkan gelişmeler yaşandı. Kitlesel göçler, tahammülü zor ölümler, yıkılan kentler, yok edilen tarihsel kent dokuları ilgili kamuoyunu sarstı. PKK cenahından yükselen şiddet dili, Kürt siyasi hareketinin sivil kanadını kırdı. Yapılan harekâtların bir amacı da PKK’nın Suriye sınırına yakın yerlerde egemenlik kurma ve bu şekilde Suriye’deki Kürt örgütleri ve özellikle PYD ile fiziki temas içinde olma hedefine karşı bunu engellemekti. Bu bakımdan tıpkı “çözüm süreci” döneminde olduğu gibi stratejik kaygılar ile içerideki gelişmeler birbirlerinden beslendi.
“Yeni Türkiye” projesinin en önemli ayaklarından dış politika ciddi bir krize girdi. Ortadoğu’da hızla değişen konjonktüre göre izlenen siyasette düzenlemelere gitmemenin bedelini Türkiye ödemek zorunda kaldı. Suriye’de izlenen politikalar sonucu Rusya, İran, Irak ile kavgalı hale gelindi. Sonunda birkaç yıl öncenin özerk ya da tekilci siyaset söylemleri terk edilerek NATO şemsiyesine, AB sürecine ve İsrail güvenlik eksenine dönüldü. Yılın son günlerinde Arap Birliği’nin Türkiye’nin Musul’daki varlığını protesto ederek birliklerin çekilmesini istemesi, dış politikadaki bu başarısızlık görüntüsünü perçinledi.
Türkiye’de epey önce başlayan, 2013’te toplumsal muhalefetin harekete geçmesiyle ivme kazanan, Gülen Cemaati’nin devletin içinden ayıklanması sürecinde yoğunlaşan kurumsal çöküş de sürdü. Yalnızca güvenlik güçleri konumlarını pekiştirdi. Özerk olması gereken kurumların bu özellikleri çok aşındı.
2015’i değerlendirirken, 1 Kasım’ın “istikrar” tablosuna biraz da bu sıkıntılar ışığında bakmak gerekir.