İran'la yeni dönem başlarken
Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’nun temiz hal kâğıdını eline alıp ABD ile de mahkûm takası yapan İran, yıllar sonra üzerindeki yaptırım yükünden kurtuldu. Daha doğrusu İran’ın dünyayla daha farklı bir ilişki kurmasını arzulayan Cumhurbaşkanı Ruhani ve Dışişleri Bakanı Zarif ile onları destekleyenler bu yükü sırtlarından attı. Bu ferahlama millet meclisi ve bir sonraki dini lideri seçecek olan rehberler meclisi seçimlerine altı hafta kala gerçekleşti.
Bu sayede Ruhani yönetimi seçimlerden önce bir avantaj yakalamış oldu. Varılan sonuçta Amerikan yönetiminin son haftalarda İran’ın başrolde olduğu çeşitli krizlerde soğukkanlılığı elden bırakmaması ve neredeyse açıktan Ruhani’ye destek vermesinin de payı vardı. Nitekim gelişmelerden büyük rahatsızlık duyan, Devrim Muhafızları ve onlarla müttefik olan mollalar tekere çomak sokmak için ellerinden geleni yaptı. Ancak Zarif ile Amerikan Dışişleri Bakanı Kerry’nin uyumlu hamleleri sonucu başarısız kaldı.
Bugün ve önümüzdeki dönemde İran’da ülkeyi normalleştirmek isteyenlerle, devrimci söylemi kullanıp ellerindeki iktidar ve ekonomik rant imkânlarını kaybetmek istemeyenler arasındaki mücadele sürecek. Ruhani ve ekibinin şimdilik muzaffer olmasında, ağır hasta olduğu söylenen dini lider Hameney’in desteği en önemli unsurdu. Herhangi bir anlaşma Hamaney’e rağmen mümkün değildi.
Hamaney ABD’ye duyduğu derin güvensizliğe, hatta nefrete rağmen nükleer anlaşma sürecine destek verdi. Bunun da sebebi 2009’daki seçim hilelerinin ardından patlayan toplumsal protestoyu ciddiye alması ve ülkedeki dinamik, kentli genç nüfusun özlemlerine duyarsız kalmanın rejimin meşruiyetini sarsacağını düşünmesiydi.
Normalleşmenin ve dünya sistemine, çıkarları dikkate alınması gereken bölgesel bir güç olarak geri dönmenin bedeli olarak İran tarihin en kapsayıcı denetleme rejimini kabul etti. Stoktaki 9 bin kilogramlık zenginleştirilmiş uranyumunu 300 kilograma indirdi. Nükleer silah üretebilmek için gerek duyacağı zamanın üç aydan bir yıla çıkmasını kabullendi.
İran’ın içindeki kavga sürecek. Bu anlaşmanın gerçekleşmesini sağlamak için ısrar ve inatla gayret gösteren Obama yönetimi dahil kimse şimdiden kavganın galibini bilemez. Küresel iş dünyasının ağzını sulandıran 80 milyonluk İran piyasasının açılması sonucu dünya ile ekonomik entegrasyonun ilerlemesi toplumsal ve siyasi dengeleri nasıl değiştirir kestirmek zor. On veya on beş yılın sonunda İran üzerindeki denetlemelerin büyük kısmının süresi dolacak.
O tarihler geldiğinde içerideki dengelerin nasıl işleyeceği, rejimin neler yapacağı ise meçhul. Zaten Körfez bölgesindeki Arap ülkelerini kaygılandıran da bu.
İran’ın nükleer programından çok bölgesel düzeydeki hegemonya ihtirası Sünni çoğunluklu Arap ülkeleriyle İsrail’i rahatsız ediyor.
Obama yönetimi İran açılımıyla önemli bir stratejik viraj almış oldu. Gerek Suudi Arabistan’a yönelik tavrı, gerekse İsrail’e yönelik eleştirileriyle İran devriminden beri sürdürülen Ortadoğu politikasından çark etmekte olduğu görüşünü güçlendirdi. Ancak nükleer anlaşmanın Washington ve Tahran’ın Şah döneminin eski güzel günlerindeki gibi çok yakın bir ilişki kurmalarını kimse beklemiyor. Yani henüz ve orta vadede bir stratejik ortaklıktan bahsetmek söz konusu değil. İlişkilerin bundan sonraki gidişatını İran’ın giderek artan gücünü nasıl kullanacağı belirleyecek.
Suudi Arabistan önderliğinde Sünni Arap dünyasının direnişi ve bunu engellemeye yönelik şiddetli savaşının da süreceğini sanıyorum. Bu durumda Suriye’de ya da Irak’ta suların daha çok uzun süre durulmasını beklememek gerekir.
Şimdilik söylenebilecek olan İran’ın dünyaya açık yüzünün bir diplomasi şöleni sergileyerek İslam Cumhuriyeti’nin yalnızlığını kırdığıdır. Bundan sonrası içteki kavganın sonucu ve bölgesel tepkilerle belirlenecektir.