MVK
Mustafa Koç iyi bir adamdı. Hayattan keyif almayı bilir, hayatında farklı renkler bulundururdu. Sağduyuluydu. Çevresindeki ya da karşısındaki insanlara değer veren, onlarla aynı telden çalabilen birisiydi. Bu topraklarla ve buranın insanlarıyla bağı güçlüydü. Sevmeyeni elbette vardı ama seveni çoktu. Yakın bir arkadaşının dediği gibi “Kocaman bir yürekti”. Arkasından dökülen gözyaşları da bu nedenle timsah gözyaşı olmayacaktır.
Mustafa Bey’in ölümünün genelde hem içeride hem de yurtdışında derin bir üzüntüyle karşılanmasının sebebi sanırım kişiliğindeki sıcaklığın ve sahiciliğin geniş kamuoyu tarafından da hissedilmesiydi. Yaptığı işlerde, ilişkilerinde samimiydi. Yurtdışından arayan ya da mesaj gönderen tanıdıkların ortak mesajı da buydu zaten. Dostlarıyla veya bayileriyle veya dünyanın ileri gelen iş insanları yahut siyasetçileriyle olduğunda tavrında ve tarzında değişiklik olmazdı.
En azından benim tanıklıklarımda, karşısındaki kişiye soyadının ağırlığıyla değil kendisi olarak konuşurdu. Onlarla ilişkisini bu şekilde kurardı. Lafını da kıvırmazdı. Gücü de etkileme becerisi de sanırım buradan gelirdi.
Bazı soyadlarını taşımak zordur. Kişinin, o soyadının içerdiği tüm anlamları, çağrışımları dengeleyebilmesi epeyce maharet gerektirir. İnsan istese de istemese de soyadıyla sürekli köşe kapmaca oynamak, dans etmek, oyunlar çevirmek zorunda kalabilir.
O soyadına kendinden de bir şeyler eklemesi kişiden beklenir ama bunu kendi kafanıza göre yapamazsınız. Soyadının dayattıkları da vardır; çizdiği sınırlar, yarattığı engeller, dayattığı kalıplar. Kişinin kim olduğu, soyadının, daha doğrusu o soyadına ait tarihin, o tarihe başkalarının yüklediği anlamların gölgesinde kalabilir.
Mustafa Vehbi Koç, Türkiye’nin en ağır soyadlarından birini taşıyordu. Türkiye ekonomisiyle özdeşleşmiş bir ailenin, o ailenin iş hayatındaki tarihinin, yarattığı kurumun imajının olumlu ve olumsuz tüm anlamlarının da yüklendiği bir soyadıyla doğmuştu. Aile, Cumhuriyet’in kuruluşu ve kurgulanışıyla, kalkınma modeliyle, siyasi yapısıyla da ortak bir tarihe sahipti. Bu mirası, değişen, çok daha renkli ve sesli hale gelen bir Türkiye’nin şartlarına uydurmak da önünde bulduğu gündem maddelerindendi. Bunu başardı.
Soyadının hakkını vermekle kalmadı. O soyadına kendi kişiliğinden çok şeyler kattı. Bu kattıklarını kurumunun işleyişine, algılanışına ve yeni yol haritasına da taşıdı. Hayli muhafazakâr bir kurumu gençleştirdi ve dünyayla daha uyumlu hale getirdi. En azından uzaktan bakan birisi olarak benim görebildiğim buydu.
Sosyal bir arkadaşı değildim ancak farklı ortamlarda vakit geçirmişliğim, konuşmuşluğum, yarenlik etmişliğim vardı. Sohbetinden, espri anlayışından, sofra adabından müthiş keyif aldım. Arkadaşlarına olan bağlılığı derindi. İddiasız görünürdü ama bence gerçekleştirdiklerinin bilançosuyla ortaya çıkan gerçek aslında ciddi bir iddiası olduğuydu. Öğrenmeye açıktı, sorar ve sorgulardı. Bu bağlamda, son kez bir bayi toplantısında dinlediğimde, sunduğu genel perspektifin, dünya tahlilinin, gelecek perspektifinin derinliğinden etkilenmiştim.
Yaklaşık 3 yıl önce, ülke siyasetinin hayli sıkıntılı bir döneminde Hürriyet Gazetesi’nin Pazar ekine verdiği mülakat, bence bu dönemin tarihini yazacaklar açısından mutlaka başvurulacak bir kaynaktı. Cesur bir çıkıştı.
MVK bence eksikliği hissedilecek, arkasında büyük bir boşluk bırakacak, bu dönemde, ülkesinin ihtiyaç duyacağı bir kişilikti. Erken göçtü. Arkasında hoş bir seda bıraktı. Nur içinde yatsın.