Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Konuyla ilgilenen hemen herkesin ortak kanısı Suriye iç savaşını sona erdirmek ve siyasi bir çözümün önünü açmak için toplanan Cenevre görüşmelerinden bir sonuç alınamayacak. En iyimser ihtimalle, Cenevre’de aynı odada toplanamayan taraflar arasında BM temsilcisi mesaj getirip götürürken Suriye’de kan gövdeyi götürmeye devam edecek. Bir yandan sahadaki taraflar hesaplaşmalarını daha kanlı hale getirir ve kendi halkını ablukayla açlığa mahkûm eden bir rejim varlığını sürdürürken bölgesel güçler de kozlarını paylaşıyor olacaklar.

        Rusya’nın eylül sonundan itibaren doğrudan savaşa müdahil olmasıyla küresel güçler de işin içine daha ağırlıklı olarak girmeye başladı. Rusya yalnızca Suriye rejimini mutlak gibi gözüken bir çöküşten kurtarmakla kalmadı. Rejime yeni alanlar kazandırdı. Bu arada Suriye Kürtleriyle ilişkisini de geliştirerek Türkiye’ye yönelttiği meydan okumayı Ankara açısından hayati sayılacak bir alana da taşıdı.

        Rusya’nın kasım ayında düşürülen SU-24 uçağından çok daha üstün donanımlı SU-34 uçağıyla gerçekleştirdiği hava sahası ihlali Putin yönetiminin Türkiye’ye yönelik hasmane tavrını değiştirmeyeceğini gösteriyordu. Hatta çıtayı biraz daha yükselttiğini de. Rusya’yı yakından izleyen bazı yorumculara göre Putin’in izlediği siyaset uçağın düşürülmesine ani bir tepki değildi. Rus istihbaratının Türkiye’nin böyle bir hamle yapacağına dair Putin’e bir ay önceden rapor sunduğu da Independent Gazetesi’nde yazıldı.

        Bu durumda Rusya’nın takındığı sert tavır belki de Moskova’nın Türkiye’nin Suriye politikasına itirazından kaynaklandığı kadar içerideki düzeninin hızla ve daha İslami bir yönde değişmesine yönelik bir stratejik tepkiyi de yansıtıyordu. Türkiye’nin Güneydoğu’sunda PKK ile son derece sert bir savaş sürdürülürken Rusya’nın PYD’yi koruyucu kanatları altına alması da Moskova’nın Türkiye’nin yumuşak karnına vurmak istediğini gösteriyor.

        Bu arada hatırlamak gerekir ki Rusya şu anda Türkiye’yi kuzeyden ve güneyden çevrelemiş üstelik de kendi hava sınırlarına hapsetmiş durumda. İşlerin bu noktaya gelmesine yol açmak da ayrıca değerlendirilmek zorunda.

        Türkiye böyle bir bağlamda Batı ittifakının bölgeye sınırdaş bir üyesi olmasının kendisine sağladığı avantajları sonuna kadar kullanıyor. PYD’nin Cenevre’ye çağrılmasını engelledi, PKK ile mücadelesinde müttefiklerinin en azından sessiz hatta ABD’den açık desteğini aldı. Konuyu içeriden bilen ve yakından izleyen Arzu Yılmaz’ın birikimdergisi. com sitesinde Osman Öcalan’dan naklederek yazdığı gibi zaten PYD’nin kuruluşunda ABD’nin desteği vardı. Bu desteğin amacıysa Türkiye’de sanılanın aksine “PKK’nın Kürdistan’ın dört parçasına yayılan tekelci yapısını kırmaktı. Plana göre, her parçanın kendi koşullarına uygun yapılanması sağlanacaktı.”

        Yılmaz’a göre “PYD’nin IŞİD’e karşı mücadelede elde ettiği başarı, bundan on yıl önce akamete uğrayan plana yeniden hayat verdi. Ezcümle, ABD’nin bugün PYD’ye verdiği desteğin, özünde, Kürt sorununu Kürtlerin yaşadığı her bir ülke ölçeğinde çözme ve dolayısıyla dört parça Kürdistan düzenini sürdürme stratejisinde herhangi bir değişiklik olduğunu iddia etmek yersiz.”

        Bu durumda Türkiye, her ne kadar PYD’nin Cenevre’ye gitmesini engelleyebiliyorsa da Amerikalı yetkililerin örgüt liderleriyle görüşmesine de mani olamıyor. Üstelik müttefikleriyle sürekli sorun çıkaran bir ülke konumunda.

        Giderek daha samimi ilişkiler kurduğu Suudi Arabistan’ın savaşı sürdürme ve İran’a bedel ödetme politikasına ise giderek daha büyük bir heyecanla katılıyor. Evren Balta’nın gene birikimdergisi.com sitesinde yazdığı gibi, “Türkiye’de bu blokta mevcut güç dengesini kurumsallaştıran bir çözümü tercih etmek yerine, tercihini çatışmanın sürmesi ve süren çatışmada güç dengesinin kendi lehine dönmesi ümidine bağlamış durumda”.

        Bu durumdan Türkiye açısından bir başarı öyküsü çıkarmak kolay olmayacaktır.

        Diğer Yazılar