Ateşkesten sonra
Rusya Federasyonu ile ABD’nin bir kez daha çatışmaların durması için anlaşmaya varması, muhtemelen Suriye’de yaşanan felaketin sonunu getirmeye yetmez. DAEŞ ve Nusra Cephesi’nin ateşkes anlaşmasının dışında tutulması, zaten bunlara yönelik Esad rejimi, Rusya ve ABD baskısının süreceğini gösteriyor. Özellikle Nusra Cephesi’nin, ateşkese uymaları beklenen muhalif silahlı grupların bazılarını beslediği, onları bazı yerlerde kolladığı bilindiğine göre ateşkesin kapsamı hakkında belirsizlik de var.
Bunun ötesinde Esad rejiminin, İran’ın ve müttefiklerinin tavırlarının ne olduğunu kestirmek de kolay değil. Cuma gece yarısı başlaması gereken ateşkese kadar herhalde Rusya, rejim ordusunun sahadaki konumunu güçlendirmesini, belki de Halep’i almasını hesap ediyordu. Halep’in halen muhalifler elindeki bölümü alınamazsa, ki DAEŞ hafta sonu Suriye ordusunun Halep’e yönelik ikmal yollarını kesecek bir hamle yapmayı becerdi, o muharebe de bitmemiş olacak. Kısacası, Suriye’de varılan bu anlaşmanın kalıcı olmasını sağlamak, bugüne dek tanık olmadığımız bir mutabakat ve bu mutabakata sadık kalma iradesi gerektiriyor.
Savaş dursa da durmasa da Türkiye’nin Suriye kaynaklı sorunları bitecek gibi durmuyor. Rusya, eylül ayındaki müdahalesiyle dünyayı amaçladığı bir noktaya getirdi. Suriye’deki savaşı “Esad rejimi ile DAEŞ arasında bir tercihi gerektirecek şekilde tanımladı ve Esad’ın ehven-i şer olduğuna” dünyayı ikna etti.
Daha önce Libya’da olduğu gibi bir dönemin “bağlantısızları” da başından beri Suriye’ye bir müdahale yapılmasına egemenlik kaygıları nedeniyle karşı çıkmıştı. Türkiye’nin BM Güvenlik Konseyi’nce uyarılması, yalnızca Batılıların veya Rusların yaklaşımını değil bu ülkelerinkini de gösteriyordu. Ankara’nın yalnızlığı, sadece anlaşılamamasından değil yaptıklarının kabul görmemesinden kaynaklanıyor.
Türkiye-Rusya ilişkileri düşmanca, Türkiye- ABD ilişkileri ise en hafifinden sorunlu. Her iki ülke de Türkiye’nin can düşmanı ilan ettiği PYD-YPG’ye ciddi destek veriyor, meşruiyetini tanıyor. 24 Kasım’daki hava sahası ihlaline uçağı indirerek karşılık vermek, Ankara’yı stratejik anlamda ciddi şekilde kilitledi. Bu kararın neden verildiği hakkında doyurucu bir açıklama da bugüne dek gelmedi. Üstelik uçak düşürüldükten sonra Rusya’yı arayıp durumu tamir etmek yerine önce NATO’ya dönülmesi de belli ki Putin’i daha intikamcı bir tutuma itti.
Rusya Federasyonu, PKK’yı terörist kabul etmediğini söylediği gibi PYD’nin Moskova’da temsilcilik açmasına izin verdi. Rusya’yı yakından izleyen ve Putin’in yaklaşımını da iyi bilen bazı gözlemciler, Moskova’nın “Türkiye’yi tecrit edip zayıflatarak bugünkü yönetimini sürdürülemez hale getirmek için çabalayacağını” söylüyor.
Bunların üstüne Türkiye ile ABD arasında da ciddi bir gerginlik, tahammülsüzlük ve ana hedeflerde zıtlık var. Bunun bir sonucu olarak, Türkiye’de nasıl bazı çevrelerde ABD ile ittifak sorgulanıyorsa Washington’da etkili bazı kişiler de Türkiye’nin bir müttefik olarak değerini sorgulamaya başladı. 1 Mart tezkeresi sırasında ABD’nin Ankara Büyükelçisi olan Robert Pearson, birkaç ay önceki bir yazısında mealen, “Türkiye vazgeçilmez bir ülke değildir. Buna bağlı olarak ABD bölgedeki politikalarını Türkiye üzerinden değil, bölgedeki Arap ülkeleriyle şekillendirmelidir” ifadesini kullanmıştı.
Önümüzdeki dönemde yakından izlemek zorunda kalacağımız bu tartışmayı, Beyaz Saray’ın da kulak verdiği isimlerden Steven Cook, dün çıkan bir yazısında şöyle özetliyor: “Washington’da PKK ve YPG’nin terörist olup olmadıkları hakkında bir tartışmanın artık başlaması gerekir. Değillerse o zaman Türkiye ile ikili ilişkilerde bir sademeye hazır olmak lazım. Türkler uzun zamandır, söylendiği kadar vazgeçilmez bir müttefik de değil, dolayısıyla belki bu sarsıntı yaşanırsa iyi de olur. Tabii bu arada Washington Türklere ‘Sizin yanınızdayız’ dediğinde Türkler de inanmamakta haklılar.”
Bir dizi konferansa katılacağım için müsaadenizle 1 hafta kadar yazılarıma ara vereceğim.