Obama'nın dünyası
Amerikalı gazeteci Jeffrey Goldberg’in Başkan Obama ile 4 ay boyunca yaptığı konuşmalara dayanarak yazdığı ve Atlantic Monthly Dergisi’nde yayımlanan Obama Doktrini (Obama Doctrine) başlıklı yazı, ülkesinde ve dünyada epey çalkantı yarattı. Obama, bu metinde tarih önünde muhasebesini yapıyor aslında. Yönetiminin başta Suriye politikası olmak üzere yaptıklarını ve yapmadıklarını gerekçeleriyle birlikte anlatıyor.
Esad rejiminin kimyasal silah kullanmasından sonra Suriye’yi vuracakken bundan neden vazgeçtiğini izah ediyor. Suriye’deki felaketin sürmesine yol açtığı için kıyasıya eleştirilen bu kararı hakkında “Bu karardan gurur duyuyorum” diyor. Goldberg’e göre, bu karar anının kendisini, küçümseyici bir şekilde “Washington oyun kuralları” diye andığı yerleşik güvenlik anlayışından özgürleştirdiğini savunuyor.
Bu şekilde, hem resmi hem de bağımsız kuruluşların dünyaya yaklaşımındaki eskimiş paradigmayı kırdığını, her sorunu silahla halletme eğiliminin ya da her sorunu mutlaka ABD’nin halletmesi gerektiğine dair inancın belini kırdığını vurguluyor. Goldberg, uzun ve titiz bir çalışma ürünü olan yazısını son haline getirirken yalnızca Obama ile değil yönetim içinden ve dışından da pek çok kişiyle konuşmuş.
Ortaya çıkan Obama profili, kendinden ve zekâsından/değerlendirmelerinden çok emin, etrafındakileri kolayca harcayabilen ancak karar verirken kılı kırk yaran, duygularına gem vurmayı ön plana çıkaran, Uzay Yolu’nun Mr. Spock’unu andıran bir başkan profili aynı zamanda.
Obama’nın dış politika yaklaşımını bu denli kapsamlı bir şekilde açıklamaya girişmesi, kendisine göre ABD’nin önceliklerinin ne olduğunu anlatması ve bu görüşlerinin gerekçelerini açıklaması elbette önemli. Yaşanan tüm iniş-çıkışlara rağmen hatta belki de bunların bir sonucu olarak, Obama okura ABD’nin dünya ile nasıl bir ilişki kurması gerektiğine dair bir rehber sunuyor. Amerikan dış politikasıyla ilgilenenler açısından soru, bu çizginin, mantığın ve davranış kalıbının kalıcı olup olmayacağı.
En kısa şekilde özetlemek gerekirse, Obama için Avrupa ve Ortadoğu giderek daha az ilgi ve ihtimam gösterilmesi gereken bölgeler. Rusya Ortadoğu’ya çekidüzen vermek istiyorsa buyursun. Zaten kaynakları da yetersiz olduğuna göre bir vadede belasını da bulacaktır. ABD’nin kendi ulusal çıkarına doğrudan zarar vermeyecek sorunlara bulaşmasının, her yangını söndürmeye gitmeye kalkmasının anlamı yok. Yani Ukrayna nedeniyle Rusya ile savaşa girilmez.
Bölgesel sorunların çözümünü ABD’den bekleyip yükü de onun sırtında bırakanlara karşı tahammülsüz. Dünyanın geleceği Asya’da şekillendiğine göre de en çok dikkat edilmesi gereken bölge, ABD’nin çok popüler olduğu, eski düşman Vietnam ile bile sıcak ilişkilerin filizlendiği Asya. Burada da Çin’in yükselişinin yönetilmesi her şeyden daha önemli.
Obama’nın göreve gelmesiyle birlikte Amerikan dış politikasında Bush döneminin tek taraflı ve silaha dayalı tercihlerinden vazgeçmesi bekleniyordu. Nitekim Obama söz verdiği gibi Afganistan ve Irak savaşlarını bitirmeye çalıştı. Yeni maceralara girişmedi. ABD’nin gücünü ve kaynaklarını ancak ülkenin hayati çıkarları tehdit altında ise ve mutlak surette emin olduğu durumlarda kullanmayı düstur edindi. Yani ABD geri çekildi, daha az para harcadı, risk almaktan kaçındı ve yükün bir kısmını müttefiklerine aktardı. Yazıda görüşüne başvurulan Stephan Sestanovich’in dediği gibi, “Obama, dış politikanın, milletin dikkatinin ve kaynaklarının çok büyük bir bölümünü tükettiği görüşüne kişisel ve ideolojik olarak bağlıydı”.
Bu inancın sınandığı yer de sonraki yazıda ele alacağım Ortadoğu oldu.