Brüksel-Ankara
Brüksel’deki terör eylemlerinin ardından pek çok değerlendirme yapılıyor. Ortaya çıkan bazı apaçık gerçekler var. Bunların başında, özellikle küçük Avrupa ülkelerinin istihbarat teşkilatlarının, IŞİD’in gündeme getirdiği tehditle baş edebilecek kaynak ve donanıma sahip olmamaları. Nitekim bu eylemlerin ardından istihbarat zaafı konusunda epeyce söz söylendi. Bunun yanı sıra eldeki kanunların terörle mücadele açısından uygun olup olmadığı sorgulanmaya başlandı. Bir bakıma 11 Eylül 2001 tarihine geri dönüldü. Yani güvenlik ön plana çıktıkça özgürlük alanlarının ne ölçüde daraltılacağı/daraltılması gerektiği tartışması alevlendi.
El Kaide’nin gerçekleştirdiği bu eylem küreselleşme döneminin terörizminin nasıl olacağının da bir göstergesiydi. Daha doğrusu küreselleşmenin getirdiği birtakım kolaylıklar olmasa bu eylem gerçekleşemezdi bile. Para akışlarında, iletişimde, ulaşımda ve bilginin elde edilişi ve paylaşılmasında teknolojik gelişmeler sayesinde yaşanan devrim, eylemi kolaylaştırdı. Küreselleşme dünyasının aynı zamanda serbestçe hareket etmeyi mümkün kılması da arka planı oluşturdu.
Böylesi bir ortamda zayıf, marjinal, küçük aktörlerin dünyanın her bir köşesinde şiddet sergilemeleri de teorik olarak mümkün hale geldi. IŞİD bir yandan devletleşme derdi olan, diğer yandansa özellikle Batı’da yaşayan Müslümanları içinde bulundukları toplumlardan tamamen ayrıştırmak, yabancılaştırmak isteyen, onları şiddete çekerek geniş toplumla çatışmaya zorlamayı hedefleyen bir örgüt.
2014’te Musul’u alarak herkesi şaşırttıktan ve “yenilmez” imajını yaygınlaştırdıktan sonra Irak ve Suriye’de örgüt açısından işler pek de iyiye gitmedi. Geçen yıl daha önce kontrol altında tuttuğu toprakların yüzde 20’sine yakınını kaybetti. Bir yandan bitmek bilmeyen ABD ve “koalisyon” güçlerinin bombardımanı, ki giderek örgütün gelir imkânlarını da kısıtlayacak şekilde planlanıyor, örgütü geriletiyor. Diğer yandan sahada da özellikle PYD ve işbirliği yaptığı Arap güçleri alanını daraltıyor. Rusya’nın müdahalesinin ardından hem maddi olarak toparlanan hem de morali düzelen Suriye ordusu da geçen hafta Hizbullah ile birlikte antik Palmira kentini geri almak için ciddi bir saldırı başlattı. Şehrin yakında geri alınması bekleniyor.
Bu gerileme, birinci hedefi Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da totaliter bir hilafet rejimi altında geniş toprakları kontrolü altında tutmak olan IŞİD’in, gözünü Batı ülkelerine daha fazla çevirmesine yol açtı. Batı dünyasını Suriye’de son ve mahşeri bir savaşa çekmek istiyor. Bu durumda, Avrupa’da önümüzdeki dönemde giderek artan sayıda ve çeşitlilikte eylemlere hazır olmak gerekiyor.
Suriye ve Irak’ta elde tutulan alan daraldıkça ve yabancı savaşçılar ülkelerine döndükçe, bu saldırıların yoğunlaşacağı beklenmeli. Örgütün cazibeli kalabilmesi için başarıya ihtiyacı var. Terör uzmanı Clinton Watts’a göre, “Halifelik iddiasındaki Ebubekir el-Bağdadi terörizm tarihinin en geniş, en çeşitlilik gösteren ve en iyi eğitimli yabancı savaşçı ağını kontrol ediyor”. Örgüt, hızlı hareket ederek beklenmedik yerleri vurma becerisine sahip.
IŞİD’in yeni yönelimi yalnızca Avrupa’yı değil Türkiye’yi de ilgilendiriyor. Zira Suriye muhalefetinin cihatçı kanadıyla veya IŞİD’le birlikte savaşmak üzere Suriye’ye giden çok sayıda Türk var. Bunlara ek olarak kendi ülkelerine gitmek yerine, Türkiye’de kalmayı seçebilecek yabancı savaşçıların da sayısı küçümsenmeyecek derecede yüksek olabilir. Üstelik Türkiye’de IŞİD’e yönelik küçümsenmeyecek bir sempatizan kitle de yaşıyor.
Hepsinden önemlisi, Brüksel’deki son saldırıların ardından, zaten bir hayli sorunu olan mültecilerle ilgili anlaşmanın uygulanabilmesinin daha da güçleşeceğini hatta imkânsız hale geleceğini de göz önünde bulundurmak gerekir.