Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Varşova

        Polonya, temmuz ayında NATO zirvesine ev sahipliği yapmaya hazırlanıyor. Rusya’nın son dönemdeki hamleleri tüm Doğu Avrupa’da olduğu gibi burada da ciddi kaygı yaratıyor. Polonya, Avrupa’nın en talihsiz devletlerinden birisi. Almanya ile Rusya arasında kalmış, 150 yıl kadar Rusya’ya dahil edildiğinden, tarih sahnesinden ülke olarak silinmiş ama millet bilinci çok güçlü bir ülke. Sovyetler Birliği’nin yıkılmasına kadar gidecek, sosyalist dünyanın çözülmesine yol açan gelişmeler, komünist olduğundan beri ara ara huysuzlanan bu ülkede başlamıştı.

        Eskiden Almanya’dayken İkinci Dünya Savaşı sonrası sınırların 300 kilometre kadar batıya kaymasıyla Polonya’nın yeni sınırları içinde kalan Danzig/Gdansk’taki Lenin tersanelerinde başlayan bir grev, tarihi değiştirmişti. Başını işçi sınıfının çektiği kitlesel muhalefet hareketinden Dayanışma (Solidarnoş) adlı sosyalist dünyadaki ilk bağımsız sendika ortaya çıkmıştı. Greve gidecek tersanede kapılar kapandıktan sonra tellerin üzerinden atlayarak grevcilere katılan, işten atılmış bir elektrikçi olan Leh Walesa da hareketin lideri olmuştu.

        Bir ara 10 milyon üyesi olan Dayanışma sonradan ağır şekilde bastırılacak, sosyalist dünyadaki ilk askeri darbenin sonucunda yeraltına itilecek, Walesa hapse girecek ve ülke yeniden karanlığa bürünecekti. Ne var ki toplumsal hareketleri bir dönem bastırmak mümkün olsa da ilelebet ezmek, söz konusu değil. Sovyetler Birliği’nde Gorbaçov ile başlayan reformlar Doğu Avrupa üzerindeki baskıyı da düşürünce, 4 Haziran 1989’da yapılan seçimlerle Dayanışma meclise girdi. Ardından Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla Soğuk Savaş bitti, Polonya yeni rayına oturdu. Eski dönemin kahramanı Nobel Barış Ödülü sahibi Walesa, cumhurbaşkanlığına kadar yükseldi.

        Sosyalizm sonrası ülkelerin en başarılısı sayılan Polonya’da bugün muhafazakâr, ırkçı, koyu Katolik Kanun ve Adalet Partisi (PiS) hükümeti, ülkeyi karanlığa sürüklüyor. Demokratik ve liberal değerlere savaş açan ve 2’nci kez iktidara gelen parti, ilk iş “ayak bağı” sayılan kurumlara saldırdı. Anayasa mahkemesine kendilerinden önce atanmış hâkimleri değiştirmeye kalkıp ardından bir kanun çıkararak mahkemenin yetkilerini budadı. Bürokrasiyi hâkimiyetine geçirmek için adımlar attı. Kamu kesimindeki medya kuruluşlarını da kontrolü altına almaya girişti. Telaşlanan AB, giderek otoriterleşen Macaristan’a benzeyen Polonya hakkında bir soruşturma başlattı.

        Jan Werner Müller’e göre, “Bölgede, yakında Polonya ve Macaristan’ın yanı sıra Çek Cumhuriyeti, Slovakya ve muhtemelen Hırvatistan’ın da katılacağı bir Otoriterler Enternasyonali şekilleniyor”. Daha önceki iktidardan kışkışlanan PiS, ikinci döneminde bir yandan şiddetli bir kültür savaşını başlatırken, diğer yandan da tüm kurumların özerkliğini yok etmeye çalışıyor.

        Bu gündemin önemli bir parçası, 1989 sonrasına damgasını vuran şahsiyetleri kötülemek. Bu nedenle Walesa hakkında, pek çok Polonyalının düzmece olduğuna inandığı belgeler dolaşmaya başladı. Walesa’nın, 1970’lerde Polonya gizli servisiyle işbirliği yaptığı iddia ediliyor. Walesa’ya yönelik saldırı 1989’un en önemli iki simge isminden birinin şahsında, o devrimin temsil ettiği değerlerin meşruiyetini hiçe sayma çabası. Parti, zamanında eski seçkinlerden hesap sorulmamış olmasından da yararlanarak, Polonya modernleşmesinin kaybedenlerini galeyana getirmeye çalışıyor.

        PiS, anayasayı değiştirecek sayısal güce sahip değil. O nedenle sürekli anayasayı ihlal ediyor. Tarihten gelen köklü bir direniş geleneğine sahip toplumun önemli bir kısmı da çoğulcu ilkeleri benimseyen anayasayı korumaya çalışıyor, gösterilerle muhalefetini sokağa döküyor.

        Mülteci karşıtlığının kalelerinden biri haline gelmiş, Dayanışma dönemini hatırlayanları mahcubiyetten eriten bugünün Polonya’sındaki mücadelenin sonucu, AB projesinin ve demokratik yapıların geleceğinin de belirleyicilerinden olacak.

        Diğer Yazılar