Brexit ve Türkiye
Türkiye’de temel hak ve özgürlükler baskı altındayken Avrupa Birliği’nin varoluşsal sorunlarıyla uğraşmak çok kişiye fantezi gibi gelebilir. Ama değil. Zira AB’nin içinde debelendiği dertleri nasıl aşacağı, bir şekilde Türkiye’nin geleceğini belirleyecek unsurlar arasında olacak. Daha şimdiden, hiçbir alakası yokken tıpkı 2005’teki Fransa anayasa referandumunda olduğu gibi, Birleşik Krallık’ın AB’den çıkmasını isteyenler Türkiye’yi öcü olarak gösterdiler.
Sokak serserilerinin yarı resmi koruma altında kendi halinde eğlenen insanlara gönül rahatlığıyla saldırabildiği bir ülkenin şimdiki haliyle AB üyesi filan olamayacağına kuşku yok. Ne var ki aynı ülkenin biçare kamuoyu, içeride basınç arttıkça kendisini koruyabileceği bir sığınak olarak AB’ye bakıyor. Tıpkı 1990’ların sonunda feryat figan üyelik istediği gibi.
Britanya’nın AB’den çıkması Avrupa siyasetinde ciddi bir depreme yol açacak, AB’nin krizini derinleştirecek, kıta Avrupa’sındaki ırkçı, popülist, komplocu ve şiddet düşkünü hareketleri güçlendirecek kurumsal çöküşü de muhtemelen hızlandıracaktır. Bu tür bir olumsuzluk sarmalından Türkiye’nin etkilenmemesi de mümkün olmaz.
Brexit oylaması aslında Birleşik Krallık’tan ziyade İngiltere’nin kaprisi. Nitekim, referandum sonucu AB’den çıkmak olarak tecelli ederse İskoçların ilk fırsatta birlikten kopacaklarından kimse şüphe duymuyor. Hatta Kuzey İrlanda’nın bile AB üyesi olmayan bir İngiltere içinde yeniden kaynayan kazan haline gelmesi ihtimalinden bahsediliyor. Kaldı ki New York Times Gazetesi’ndeki yazısında Neal Ascherson’un yazdığı gibi, İngiltere’deki bu huzursuzluğun “Çıkalım” diyenlerin öne sürdükleri mazeretlerin ötesinde nedenleri var.
AB üyeliği nedeniyle İngiltere’nin egemenliğini kaybettiği, kuyruklu yalan. Britanya’nın kendi parası var, Euro krizinden etkilenmiyor. Tüm ırkçılar gibi İngiltere’dekilerin de gündeme getirdikleri göçmen dalgası korkusu ise hem müthiş abartılı hem de genelinde İngiliz ekonomisi göçmenlerin varlığından çok yararlandı. İngiltere’nin elbette ciddi sorunları var ancak bunların kökeninde Brüksel’den çok Londra’yı aramak gerekiyor. Londra ve çevresinin gelirden aldığı payla, sanayisini kaybetmiş, yoksulluğun kol gezdiği kuzey İngiltere arasında muazzam gelir ve çıkar farklılıkları var.
Hatta denebilir ki eğer AB olmasa İngiliz alt sınıfları çok daha kötü şartlarda yaşarlardı. Nitekim tam da bu nedenlerle AB’den çıkma yanlısı İngiliz seçkinleri öfkeyi Londra’dan uzak tutup Brüksel’e yönlendirmek için derin bir nefret söylemini beslediler. Bunların ötesinde Türkiye’deki imparatorluk sevdalılarının da iyi anlayabileceği bir neden daha söz konusu. İngilizler de kaybedilmiş imparatorluklarının nostaljisi içindeler ve “sıradan” ülkelerle aynı kategoride görülmek istemiyorlar. AB’den kopuşun yeni bir yükseliş dönemi başlatabileceği zehabına kapılıp aslında ülkeyi küresel stratejilerde arka plana düşürecek bir adımı destekliyorlar.
AB’nin henüz istikrar sağlayacak kurumsal mimariyi bulmadığına kuşku yok. Belki de bulamayacak. Kabaran milliyetçilikler, Fransa’nın oyundan düşmesi, Almanya’nın fazlasıyla güçlenmesi kıtanın ve birliğin içini karıştırıyor, komplocu, ırkçı, kendilerine sürekli düşman arayan popülist hareketleri güçlendiriyor. Ancak AB dışına düşen bir Britanya/İngiltere’de “Çıkalım” diyenler de aradıklarını bulamayacak. Jan Werner Müller’in yazdığı gibi, “Birleşik Krallık... barışı ve refahı kaybetmeyecek, her ne kadar ikincisinde ciddi bir düşüş yaşayacaksa da. Ancak kesinlikle güç kaybedecek”.
Kısacası Britanya/İngiltere bu saatten sonra yalnız başına pek bir değer taşıyamaz. Ancak referandumda “Kalalım” sonucu kazansa bile AB’nin kendine çekidüzen vermesi de bu deneyimden sonra elzemdir. Keşke Türkiye bu çabaya katkı yapabilecek niyete ve kalibreye sahip olsaydı.