Travmayı aşmak için
Engellenen darbe girişimi gerek iç politikada gerekse dış politikada derin değişimlerin önünü açtı. Silahlı Kuvvetler’in bilinen yapısıyla çökmesi, bu kurumun devlet sistemi ve anlayışı içindeki yeri düşünüldüğünde artçı şokları uzun sürecek bir dönemi başlattı. 2002 yılındaki seçimlerden itibaren başlayan güç kayması, sosyolog Cihan Tuğal’ın tanımlamasıyla “pasif devrim” kendi yapılanmasını konsolide edebileceği bir zemini de buldu. Ne var ki bu zemin tahmin edilenden kırılgan veya sakıncalı.
Bir yandan devlet ve idari yapısı, hukuk içinde hareket etmediği için nesnel olarak zayıf. Diğer yandan da toplumu kenetlemek amacıyla dozu abartılı şekilde artırılan milliyetçilik ve dışlayıcı söylemi darbe girişimine verilmiş bütünlükçü tepkinin anlamını bulandırıyor. Bunun da ötesinde yeni yapılanmanın mimarlarının siyasi/ideolojik projesi aslında iflas etti.
Profesör Hayri Kırbaşoğlu’nun sözleriyle, “Dini alanın bu kadar kirliliğe maruz kalmasının doğurduğu rahatsızlık, son günlerde artık iktidar yanlısı dindar kesimlerde bile ‘dinin politik bir enstrüman olmaktan çıkarılması’ ve ‘dine düşman olmayan laiklik’ kavramlarının telaffuz edilmeye başlamasında da açıkça ortaya çıkmaktadır”. Hukukun üstünlüğünü esas alan ve demokratik anlayışı hâkim kılan bir yaklaşımın yerleştirilememesi darbe teşebbüsüne direnirken elde edilen demokratik kazanımları heba edebilir.
Metropoll araştırma kuruluşunun rakamlarına göre toplumun yüzde 57’si, çağrılar üzerine sokağa çıktığını söylemekte. Bunların içinde aslan payı AKP’lilerin olsa da diğer partilerden yüksek sayılacak oranda katılım var. Darbe teşebbüsünden etkilenen, öfkelenen ve kaygılanan toplumun ağır bir travma geçirdiğine de şüphe yok. Düne kadar baş tacı edilmiş kişilerin grupların bir terör örgütlenmesinin unsurları olarak deşifre edilmesi, en beklenmedik isimlerin tutuklanması bu travmayı ağırlaştırıyor.
Düne kadar aynı yolun yolcusu, aynı davanın neferi olduklarını düşünenlerin bir kısmının darbeci safta olması toplum ve cemaatler arasındaki güven duygusunu da muhtemelen ciddi şekilde tahrip etti. Er ya da geç şu her şeyin önüne konulan “dava”nın ne olduğunun sorgulanmasının önü de açıldı.
Gene Metropoll’ün araştırmasına göre toplumun yüzde 25’i darbe girişiminin hayatını çok etkilediğini 42’si ise biraz etkilediğini düşünüyor. Kitlenin sonuçta kendi oyunu ve sivil idareyi korumak için sokaklara aktığı 15 Temmuz gecesi yaşanmamış gibi hayata devam etmek mümkün olmayacak. Bu durum, yukarıdaki soruların sorulmasını getireceği kadar, benimsenen ekonomi politikalarının kimlere hizmet ettiğinin gündeme gelmesine yol açacaktır.
Bugün İslami kesim içinde yaşanan müthiş servet transferi önce bu servetlerin nasıl yaratıldığı, ardından da mülkiyet hakkının bu ülkede ne ölçüde korunabildiği tartışmasını başlatacaktır. Geri döndürülemeyecek KHK’lar ve Meclis’e boca edilen gerek kamu maliyesi, gerek vatandaşın tasarrufları gerekse de çevrecilik açısından onarılamayacak hasarlar yaratacak yasalar ise dengeleri zorlayacaktır.
Bu yaşanan şokun ardından nasıl tepkiler geleceğini kestirmek kolay değil. Özellikle iktidara yakın bazı kesimlerin, biraz da geçmişteki işbirlikleri, kankalıklar, çıkar ortaklıkları anımsanacak korkusuyla fırsattan istifade bir cadı avı başlattıkları aşikâr. Yönetici kadrolar içinde de 15 Temmuz öncesindeki siyasi tercihlerin yaşanan krize etkisini tartışmadan, aynı doğrultuda ilerlemenin pek akıllıca olmayacağını düşünenler var.
Gene Kırbaşoğlu’nun söylediği gibi “Bizim yeni bir paradigmaya ihtiyacımız var. Bu paradigma ise artık kimlikler üzerinden değil evrensel ahlaki ilkeler üzerinden kendisini kurmak zorundadır. Yani artık insanlarla yolumuzu dindar olup olmadığına göre değil, ahlaklı olup olmadığına göre ayırmalı veya birleştirmeliyiz”.
Ülkenin önündeki demokratikleşme meselesinin temel bir unsuru işte budur.