Valday'dan dünyaya bakmak
SOÇİ
Geçenlerde ölümünün birinci yılında oğulları hapisteyken mütevazı bir törenle anılan Çetin Altan’ın dilimize yerleşmiş güzel tespitleri vardı. Bunlardan birisi, bu ülkede nesnel gerçeklikten bahsederek analiz yapmak yerine “Türk’ün Türk’e propagandası”nın tercih edildiğiydi. Son zamanlarda dış politika ve Osmanlı tarihi hakkında serdedilen görüşlerin, yapılan yorumların, hele hele zincirinden boşanmış yazıların ve tartışma programı boşboğazlığının ışığında bu alışkanlık inanılması güç boyutlara vardı. Bu türden tartışmaların hayatın olguları karşısında pek anlamlı olmadığını bilen biliyor. Bu yüzden yurtdışına çıkıp dünyanın, bölgenin halini konularına hâkim insanlarla tartışmak insana iyi geliyor.
Valday Tartışma Kulübü bundan 12 sene önce Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in himayesinde kurulmuş. Yakın zamana kadar “Rusya’yı dünyaya anlatma çabası” olarak dünyanın ileri gelen siyasetçilerini, düşünürlerini, yazarlarını bir araya getirirken gene benzer bir katılımla artık dünya düzeninin geleceğinin tartışıldığı bir platform haline gelmiş. Bu yıl da dünyanın dört köşesinden, konularına hâkim, ülkelerinde söz sahibi kişilerin katılımı ve hayli iddialı bir gündemle toplanıyor. Programda bildirilmese de, Putin’in son gün toplantıya gelmesi ve tartışmalara katılması usuldenmiş.
Toplantıya katılan Rus konuşmacıların hemen hepsinde hâkim olan görüş, bundan yaklaşık on yıl önce Putin’in Münih Güvenlik Konferansı’nda söylediklerine yakın. Sovyetler Birliği’nin çökmesi bir trajediydi. Rusya 1990’larda Batı tarafından aşağılandı ve çıkarlarının çiğnenmesine engel olamadı. O günkü güçsüzlük hali artık geçti. Kendisi ciddi bir varoluşsal kriz içindeki Batı dünyası ve ABD, artık kendisini toparlamış Rusya’nın görüşlerine daha fazla dikkat etmek zorunda. Bu bağlamda Ukrayna krizinin NATO genişlemesinden, AB’nin Ukrayna ile imzalayacağı anlaşmadaki güvenlik bölümlerinin Rusya’nın kaygılarını hiçe saymasından kaynaklandığını savunuyorlar.
İleriye yönelik olarak, Rusya kendisini dünya düzenini şekillendirecek üç büyük güçten birisi olarak görüyor. Gerçekten de 1990’ların ‘tek kutuplu dünyası’ artık bitti. Yeni dönem çokkutuplu olacak. Buna koşut olarak yeni düzenin, eğer kurulabilirse, hangi kurumlarla işleyeceğine de bakmak gerek. Bugünkü kurumlar yeni döneme uygun şekilde reformdan geçmek zorunda.
Tüm güçler yeniden etki alanları yaratmaya çalışacaklar. Bu durumda yeni ittifaklar gündeme gelecek. Önümüzdeki dönemde öncelikle ABD-Rusya-Çin arasındaki ilişkilerin ne yönde gelişeceği geleceğin dünya düzeni ve bunun ne ölçüde güvenli veya barışçıl olacağıyla yakından ilintili. Obama döneminde fazla aktif gözükmeyen ABD’nin iki hafta sonra seçilecek yeni başkan döneminde tek başına hareket etme alışkanlığına dönüp dönmeyeceği bu bakımdan önem taşıyor. Benzer şekilde Çin’in nasıl bir düzen istediğinin, bu düzenin asli unsurlarının olacağının da bilinmesi gerekiyor.
Özellikle gelecek dönemin en dinamik bölgesi Doğu Asya ve Avrasya alanlarında bölgesel güçlerin de oyunu etkileme imkânları var. Bölgesel rekabetin küresel rekabetle eklemlenme tarzı yeni ittifakları, güç dengesini ve çatışma alanlarını belirleyecek. Bu dönemin bir diğer özelliği olan popülist dalganın ve temsil ettiği öfkenin yükselişi ise düzenin maddi çerçevesini çizen ekonomik ilişkilerin hasmane hale gelmesine yol açabilir. O durumda çatışma ihtimali de yükselir.
Avrupa’nın bugünkü ataleti üç büyük güç açısından da sorun teşkil ediyor. Avrupa’dan sıtkı sıyrılan ABD giderek Asya’ya daha fazla yönelebilir. Çin karşısında zayıflarsa Rusya’nın nereye döneceği konusu hayli tartışmalıydı. ABD-Çin ilişkisinin yapı- cı bir çizgide gitmesinin, bir düzen kurulabilmesi, bu düzenin barışçıl ve küresel sorunlara cevap verecek kurumsal yapıya sahip olması açısından gerekliliği hakkında ise bir tereddüt yoktu.