Halep'e ağlamak
Adana’dan yurt katliamı haberleri gelirken henüz detaylar belli değildi. Ama benzer olayların hangi şekilde, nasıl, çocukların güvenliğini hiçe sayan yöneticiler nedeniyle yaşandığını bilince ezberden katliam demenin herhalde riski epey düşüktür.
Adana’daki feci olay IŞİD’in iki Türk askerini esir aldığını açıkladığı ve Genelkurmay’ın “İki silah arkadaşımızla irtibat kesildi” diye olayı dolaylı olarak doğrulamasıyla aynı sıralarda gerçekleşti. Bu iki askerin o canilerin elinden sağ salim kurtulmaları için herkes dua etsin. Ama dua ile yetinmeyip Suriye’deki savaşa Türkiye’nin doğrudan müdahalesiyle ortaya çıkan durumu da biraz düşünsün. Sadece bir zamanların Osmanlı topraklarından bahsetmenin ötesinde boyutları konuşmanın, tartışmanın gereğini hissetsin.
Belki bu vesileyle “Fırat Kalkanı” harekâtının askeri ve siyasi amaçlarını tekrar sorgulamak imkânı da açılır. Gerçekten Türk askeri bu harekâtı hangi amaçla başlattı? Başlatırken gerek ABD gerekse Rusya ile harekâtın amaçları, boyutları hakkında bir mutabakat söz konusu muydu? Amaç Cerablus’u alıp bir şekilde sınırı temizlemek ve bunun sayesinde de müttefiklerin PYD’nin Menbiç’ten uzanarak Afrin ile birleşmesini engellemelerini sağlamak mıydı? Daha doğrusu amaç bununla mı sınırlıydı? Hedef, IŞİD’i ezmek mi, PYD/ YPG’nin canına okumak, onları Fırat’ın doğusuna atmak, cephelerden silmek miydi? Yoksa “Esad’ın hükümdarlığına son vermek” mi? Aynı hedefler baştan beri var mıydı, yoksa Cerablus’un kolayca alınmasından sonra mı El Bab ve Menbiç göze kestirildi?
Gelen son haberler, gerek TSK destekli ÖSO’nun, gerekse Suriye birliklerinin El Bab’a eş mesafede olduğunu belirtiyor. Bu durumda TSK ile Suriye ordusunun savaşması ihtimali var mıdır? Rusya’nın buna göz yummasını beklemek ne denli gerçekçidir? Rusya’nın haberi veya daha ileri gidilirse onayı olmadan tam da Rus Hava Kuvvetleri’ne ait SU-24 uçağının düşürülmesinin sene-i devriyesinde Özel Kuvvetler karargâhının bombalanması acaba mümkün müydü? Kamuoyu bu soruları aklına mı getirmez, sormayı mı gereksiz bulur yoksa askerine kıymet mi vermez?
Bu arada sadece Suriye’nin ya da Ortadoğu’nun değil dünyanın ve medeniyet tarihinin en güzel şehirlerinden birisi de Çeçenistan’ın başkenti Grozni’nin akıbetine uğruyor. Dünya neredeyse 6 yılı bulan savaşın sonunda Halep’in doğusunun da bir an önce düşmesini bekliyor ki artık şehirlerdeki savaş bitsin. Avrupa belli ki Beşar Esad ile bir şekilde yeniden ilişki kurmaya açık. Yeni Başkan Trump ile birlikte Obama’nın biraz çekingen şekilde sürdürdüğü Esad’ı zımnen destekleme politikası daha vurgulu yapılacaktır.
Halep’in doğusundaki direniş büyük ölçüde Türkiye’den gelen yardımlarla bu denli sürebilmişti. Geçenlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan yetkililerden El Nusra’nın Halep’ten çekilmesini sağlamalarını istediğini söylemişti. Bunu da Başkan Putin ile yaptığı bir konuşmanın ardından kamuoyuyla paylaşmıştı. Türkiye demek ki Halep’teki direnişe verdiği desteği büyük ölçüde çekmiş durumda. Bu canım şehrin ve oradaki sıradan insanların hastanelerde öldürülmeleri, açlığa mahkûm olmaları karşısında belki de yardım edemiyor olmanın mahcubiyetiyle herkes şimdi suskun.
Sabık Cumhurbaşkanı Gül’ün Halep’te olanlardan dolayı “insanlık nerede” mealinde soru sorması da bu bağlamda çok anlamlı değil. Zira Türkiye keşke Halep’in gerçekten hunharca yıkılması, insanlarının tarifsiz acılar içinde can vermesi, katledilmesi karşısında bir şey yapabilse; bu faciayı durdurabilecek bir Suriye politikasına, siyasi ve diplomatik ağırlığa sahip olabilseydi. Keşke rejimin gaddarlığıyla şehrin doğusunu ellerinde tutan milislerin elinde rehin olmak arasında sıkışıp kalmış Haleplilerin derdine derman olabilseydi.
Şimdi hem esir alınan 2 asker hem de Halep’in sıradan masum insanları için sessizce ağlamak zamanıdır.