Obama, ırkçılık ve gerisi
Meclis’te konuşan, etnik açıdan Türk, dini açıdan Sünni Müslüman olmayan Milletvekili Garo Paylan’ın “millet”ten sayılmadığı bir ülkede Barack Obama’nın seçilmesinin anlamını tüm boyutlarıyla kestirmek aslında daha kolay olmalıydı. Olmadı. Nitekim seçildiğinde Türkiye’deki aklı başında sayılabilecek yorumculardan bazıları bile “Obama’yı Amerikan derin devleti seçtirdi” diye yazmadılarsa eğer, ABD’nin bu ilk siyah başkanını sistemle ya da beyaz Amerika ile fazla uyumlu buldukları için küçümsediler.
Kendilerini Türkiye’nin “zenci”leri olarak tanımlayan İslamcıların zaten “zenci”lerin deneyiminin nasıl yaşandığı, neye benzediği hakkında pek bir mefhum sahibi olmaları beklenemezdi. Pek çok başka konudaki gibi, dünyaya mal olmuş bir imajın siyasi hesaplarla benimsenmesi söz konusuydu. Amerika kıtasına köle olarak getirilen siyahların 300 yıla yakın mücadelesinin tarihi pek kendi durumlarıyla karşılaştırılacak türden değildi. Müslüman olduklarından dolayı hayranlıkla izlenen Malcolm X veya Muhammed Ali dışında bu kolektif hareketin tarihini, içinden hemen kimsenin ismini doğru dürüst bilmeden böylesine bir kıyaslama hakikaten hayli cüretkârdı.
Barack Obama’nın Amerikan Başkanı seçilmesi kuşkusuz bir kırılma noktasıydı. Ve belki de ancak Obama gibi siyah bir baba ile beyaz bir annenin, beyaz büyükanne ve babası tarafından büyütülen, kendi deyimiyle “siyah kültüre ait olmayı seçen” birisi bu işi başarabilirdi. Sonuçta, beyazların en imtiyazlı kişilerini yetiştiren okullarda okumuş ve bu seçkin eğitimi para kazanmak için değil Chicago’nun siyah gettolarında hizmet vermek için kullanmıştı. Obama biraz da bu nedenle ait olmayı tercih ettiği “siyah kültür”ün çok öğesini içselleştirmiş ancak öfkesini benimsememişti.
Türkiye’de ve Müslüman dünyada heyecan yaratan Hüseyin göbek adı yeni başkanın anında şeytanlaştırılmasının ikinci boyutuydu. Amerikan aşırı sağı, ırkçıları/ faşistleri açısından yalnızca bir siyahın Amerikan Başkanı olmasıyla bitmiyordu trajedi. Yeni başkan üstelik ABD sınırları içinde bile doğmamış bir Müslüman’dı. Beş gün sonra başkanlığı devralacak Donald Trump, 10 küsur yıl boyunca bu temayı işleyerek Amerikan aşırı sağında kendisine bir taban inşa etti.
Son dönemlerin en parlak yazarlarından, Amerika’daki ırkçılığı oğluna bir mektup şeklinde yazdığı “Dünya ile Benim Aramda” (Between the World and Me) kitabında büyülü ve öfkeli bir dille anlatan Ta Nehisi Coates, Atlantic Monthly Dergisi’ndeki yazısında Obama’nın seçilmesinin diyalektiğini ele alıyor. Siyah bir başkanın seçilmesi, ardından gelen cesametli bir “beyaz ırkçılık” dalgasının da tetikleyicisi oluyor. Bu nedenle Amerikan sağının en önemli sloganlarından birisi “Ülkemizi geri istiyoruz” haykırışıydı.
Barack ve Michelle Obama 8 yıl boyunca ağza alınmayacak hakaretlere, haklarında yayılan dedikodulara ve iftiralara maruz kaldılar. İş yalnızca onlara yapılan saldırılarla da bitmedi. Giderek tam anlamıyla bir beyazlar partisi haline gelen Cumhuriyetçi Parti’nin eyalet valiliğini elinde tuttuğu 19 eyalette Afrikalı-Amerikalıların oy vermelerini güçleştiren kanunlar çıkarıldı.
Bu arka planı değerlendirdikten sonra Coates, son seçimlerde Trump’ın önde çıkmasını sağlayan beyaz “mavi yakalı işçi” oyunun yalnızca gelir eşitsizliği, küreselleşmenin sillesi ve işsizlik korkusuna bağlanamayacağını savunuyor. Ona göre, “sanayisizleşme, küreselleşme ve genelde gelir eşitsizliği gerçekti. Üstelik siyahlar ve Latin kökenliler üzerine de bütün ağırlığıyla çökmüştü. Ne var ki, bu gruplar yeni popülizmin müritleri arasında değildi... Bu ülkenin geniş bir kısmı başkanlarının siyah olmasından hoşnut değildi”.
Obama, çarşamba gecesi yaptığı veda konuşmasında Amerikan demokrasisine tehdit oluşturan unsurları sayarken ırkçılıktan bahsetmişti. Önümüzdeki 4 yıl Amerikan demokrasisinin ve toplumunun hem ırkçılık hem de İslam düşmanlığıyla ilgili sert ve çetin bir sınavdan geçeceği bir dönem olacak.