Tillerson'un çantası
ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson bugün Ankara’ya geliyor. Eski Exxon-Mobil Genel Müdürü, kendi bakanlığıyla bağı çok zayıf, müsteşarını atayamamış, bakanlığın günlük basın toplantılarını askıya almış, dış politikanın şekillendirilmesinde de şimdilik etkisi hissedilmeyen bir bakan. Bakanlığıyla ilişkisinin mahiyeti Dışişleri bütçesindeki büyük kesintilere sesini çıkarmamasından da anlaşılıyor. Bir bakıma Amerikan Dışişleri Bakanlığı’nın son dönemlerde dış politika yapımında ve uygulamasında etkisinin azalması yöneliminin hızlanarak sürdüğünü gösteriyor bu durum. Tillerson’un Ankara’da yapacağı temasların neler getireceğini anlamaya çalışırken bu arka plana da dikkat etmek gerekir.
Amerikan Dışişleri Bakanı’nın Türkiye’ye, dosyasında “geçici istikrar bölgeleri” teklifiyle gelmesi Ankara’nın yıllardır gündemde tuttuğu bir beklentisinin gerçekleşebileceği umudunu yeşertiyor. Belki de Türkiye’nin halen kontrol altında tuttuğu bölgelerde yerleşim birimleri inşa edilmesi ve mültecilerin buralara gönderilmesi de müzakere edilecektir.
İki tarafın üzerinde kolayca anlaşabilecekleri böyle bir teklifin ötesinde ise Ankara ve Washington arasında ciddi anlaşmazlıklar var. Her ne kadar Ankara genelde ABD tarafından gelen taleplere olumlu cevap veriyorsa da Türkiye-Rusya yakınlaşması hakkında Washington’un giderek derinleşen kaygıları olduğu anlaşılıyor.
Katıldığım son iki konferansta bazı Amerikalı konuşmacıların, “Türkiye NATO’ya ne kadar bağlı?” sorusunu yalnızca özel sohbetlerde değil katılımcıların önünde de sormaları bu bakımdan pek yabana atılmayacak bir işaret. Buna karşılık Türkiye’nin de, yetkililer tarafından sıklıkla dile getirildiği gibi NATO’dan beklentileri ve şikâyetleri var.
İki taraf arasındaki asıl büyük meseleler ise Fethullah Gülen’in Türkiye’ye iadesi ve ABD’nin PYD/YPG ile olan ilişkisi. Bu ikinciye bağlı olarak da Rakka’ya yönelik askeri operasyonda kiminle işbirliği yapacağı önem taşıyor.
Gülen konusunda Middle East Eye adlı elektronik dergide çıkan “Tillerson Türkiye’de” başlıklı yazıda iki ihtimalden söz ediliyor. Adalet Bakanlığı’na intikal etmiş bir konuda Tillerson’un bir taahhütte bulunma ihtimalini düşük bulan ama tamamen reddetmeyen ABD’nin eski Ankara Elçisi Robert Pearson’un bu görüşüne karşılık, Barak Barfi adlı bir uzman IŞİD’e karşı Türkiye’yi tüm gücüyle yanına almak isteyecek bir Trump’ın bu kartı kullanabileceğine inanıyor.
IŞİD’e karşı mücadeledeki işbirliğinin sıkılaşması konusunda ise diğer mesele gündeme geliyor. ABD’nin, Türkiye’nin terörist diye tanımladığı PYD/YPG ile işbirliğinden vazgeçmesi Ankara’nın talebi. ABD ise Türkiye’nin güvenlik kaygılarını anladığını, Rakka düştükten sonra bunların halledilmesi için çalışacağını ancak Ankara’nın PYD/YPG ile askeri işbirliğine girilmesine bu kadar keskin şekilde itiraz etmemesini istiyor. Dış politikanın asıl mimarı Pentagon’un Kürtlerin nüvesini teşkil ettiği Suriye Demokratik Güçleri’nden vazgeçeceğine dair bir emare ise henüz yok.
Bu farklılıkların aşılıp aşılamayacağı ABD’nin İran politikasının şekillenmesinden sonra daha iyi anlaşılacaktır. Eğer Trump yönetimi birinci önceliği olarak IŞİD’in yok edilmesi yerine İran’a ders verilmesini koyacak olursa Türkiye’nin askeri değeri ve önemi, dolayısıyla da pazarlık gücü artacaktır.