Trump harekât emrini neden verdi?
ABD’nin Suriye’deki Şayrat üssünü seyir füzeleriyle vurmasının ardından hemen herkes bir şaşkınlık geçirdi. Doğrusu, tüm evrakı kusursuz Suriyeli savaş mağdurlarının ABD’ye girmesine izin vermeyen bir Başkan’ın yalnızca İdlib’den gelen görüntüler nedeniyle aniden bir vicdan patlaması yaşaması pek ikna edici değil.
Diğer yandan, saldırının ne denli hesaplı, dikkatli şekilde yapıldığına bakıldığında da bir tırmandırma ya da ABD’nin Suriye’de rejime yönelik daha güçlü hamleler yapması pek beklenmiyor. Ne var ki bu tür olaylarda bir kere top yuvarlanmaya başladığında işin nerede sonuçlanacağını kestirmek de zordur. Şimdilik, Başbakan Medvedev’in tehditlerine rağmen Rusya’nın tepkisinin düşük seviyede kaldığını söyleyebiliriz. Muhtemelen onlar da kendilerini zor durumda bırakan Beşar Esad’a öfkelidirler.
Haklı bir soru var. Yarım milyona yakın insanın öldüğü, kimyasal silahların daha önce de kullanıldığı bilindiğine göre bu güya ahlaki itiraz nereden çıktı? Başkan Obama 2013 yılında Suriye’yi kimyasal silah kullandığı için bombalamayı düşünürken, “Sakın ha, yapma” diyen, Kongre’den karar çıkması gerektiğini savunan Trump bu kez müthiş bir hız ve kararlılıkla taarruz emrini neden verdi? Fox televizyonunda izlediği kimyasalla ölen çocuklar nedeniyle mi? Buna inanmak kolay değil
REJİM SINIRI ZORLADI
İkiyüzlülükten dem vuranlar haklı. Ne var ki bu ikiyüzlülük meselesi de iki ucu keskin bir bıçak. Kimyasal silahlar Birinci Dünya Savaşı’nda kullanılmış, o savaşın ardından da uluslararası anlaşmayla kullanılmaları yasaklanmıştı. Burada gevşemek savaşla ilgili tüm akitlerin, yüzyıllar içinde evrilmiş konvansiyonların tümüyle yok olması anlamına da gelebilir. Herkes Hiroşima ve Nagasaki’deki nükleer silah kullanımını lanetler ama Drezden’in ya da Tokyo’nun yerle bir edilmesi savaşın genel mantığı içinde kabul edilir.
Beşar Esad’ın her şey kendi istediği yönde giderken neden böyle bir aptallık yapmış olacağı sorusu yanlış değil. Ancak bunun mantıklı bulunmaması kendi başına rejimin bu işin sorumlusu olmadığı anlamına gelmez. Rejim uzun zamandır yapabileceklerinin sınırını zorluyordu. İdlib’i almak için yeterli insan gücü yoktu. Kimyasalın dehşetiyle bunu hızlandırmak istemesi ve Obama dönemi alışkanlıklarıyla bir bedel ödemeyeceğini düşünmesi de mümkündür. Ayrıca cihatçıların vahşi ve kötü olmaları 47 yıllık tarihi içinde şu ya da bu nedenle ve vesileyle müthiş hunharlıklar yapabilmiş, sayısız insan öldürtmüş bir rejimin temize çıkarılmasını mazur göstermez.
YENİ BİR DÖNEM
İlk değerlendirmeleri yaparken şu noktaların öne çıktığını söyleyebiliriz:
1) Trump yönetiminde güvenlik bürokrasisi giderek ön plana çıkarak dizginleri eline alıyor. Saldırı sınırlı tutuldu. Mesaj net olarak verildi. Ruslarla önceden konuşularak üsten çekilmeleri (bazı haberlere göre Suriyelilerin de çıkmaları) için zaman tanındı. Rusya ve Suriye’nin şimdiye kadar verdikleri tepkiler, mesajın doğru alındığını gösteriyor.
2) Bu hamleyle Trump yönetimi, Obama dönemi pasifliğinin bittiğini ilan etmiş oldu. Ancak burada dünya açısından tehlikeli olan iki unsur var: Başkan’ın fikrini bir gecede 180 derece değiştirebilmesi, diğeri de ne ülkesinde ne de uluslararası alanda hukuki süreci izleme gereği duyması.
3) Büyük ihtimalle Trump bu hamleyi yaparak iç politikada kendisini giderek daha fazla sıkıştıran Rusya bağlantısı saldırılarından da kurtulmak istedi.
4) Ancak belki bundan da önemlisi, Financial Times Gazetesi’ne verdiği ve Kuzey Kore’yi Çin dizginlemezse gereğini yapacaklarını söyleyen Trump’ın, mülakattan birkaç gün sonra Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’e ev sahipliği yaparken bu emri vermesiydi. Dolayısıyla Rusya, Suriye ve İran kadar Çin’e de bir mesaj verilmiş sayılabilir.
Bu noktadan itibaren, zaten Suriye denkleminde olan ABD’nin bölgedeki Sünni güçlerin güvenini yeniden kazanarak soruna daha fazla ağırlık koyduğunu söyleyebiliriz. Ne var ki Rusya ile anlaşmadan ve İran’ın sahada yapabileceklerini engellemenin bir yolu bulunmadan tek başına ABD’nin Suriye meselesini çözmesi ihtimal dışıdır.
Türkiye açısındansa yeni bir dönem başlamıştır, ancak bunun çok rahat ve tüm boyutlarıyla Ankara’nın bugünkü görüşleriyle uyumlu bir ortam yarattığı da düşünülmemelidir.